12 Tarikat Piri ve Tasavvuf Yolu!

Bu Kitabı Okurken Şu Soruların Cevaplarını bulacaksınız.

1- İnsanlığın ömrü, Hadis Kaynaklarında anlatıldığı üzere 7000 sene ise, yüz binlerce yıllık insan fosilleri ne anlama gelmektedir?

2-Tasavvuf ne demektir ve temelleri neye dayanmaktadır?

3-Tasavvuf ne zaman başlamıştır ve  İlk Mürşid ve derviş  kimdir?

4-Hz Adem Safiyullah’ın Dünyaya indirildiğinde ilk nereye ayak basmıştır?

5-Hz Adem Safiyullah’ın Kabri Şerifleri nerededir?

6-Nefsin ve ruhun makamları nelerdir?

7-Nefis nasıl terbiye edilir ve Ruh nasıl maksata ulaşır?

8-Hz Mehdi Aleyhisselam hangi zikri ve duaları yapmıştır?

9-Rabıta nedir? Erkek ve Bayanlar nasıl rabıta yapmalıdır?

10-İnsan’ın Hakka ulaşması için izlemesi gereken yollar ve yapması gereken zikir ve Dualar nelerdir?

11-12 Tarikat Piri hangi yol ve usulleri takip etmiş ve nasıl Hakka ulaşmışlardır?

12-Kutbuzzaman Muhammed Sıddık Haşimi Hazretleri kimdir? Silsile-i Şerifleri hangi büyük islam alimine bağlanmaktadır?

13-Kutbuzzaman Muhammed Sıddık Haşimi ile Mevlana Halidi Bağdadi Hazretleri arasında bulunan silsile büyükleri kimlerdir?

Rahip BARSİSA

 !

Rahip BARSİSA

Bir zaman israiloğulları içinde Barsisa denilen bir ibâdet ehli vardı. Zahitliğinin ünü, doğuya batıya erişmişti. Nerde bir hasta varsa, ona su yollarlardı, o suyu okur, üflerdi; hasta içince sağlık ve esenlik bulurdu.
Herkes de bilir ve anlardı ki bu onun soluğunun eseridir.
Çok geçmedi ki halk, bu sağlık-esenlik, filan ilaçtan meydana gelir mi ki diye ilaçların tesirinde şüpheye düştü.
Barsisa öyle bir şöhret kazandı ki o zamanın hekimlerine kimse gitmez oldu.
O lanetlenmiş şeytan, o pusuda gizlenmiş eski düşman, o bel kıran mel’un, demir geveliyor, fakat bir çâre bulamıyordu. Durmadan bu Rahibi yoldan çıkarmanın, onu ibadetten alıkoymanın yolunu arıyordu.
Bir gece lanetlenmiş şeytan, yüzünü oğullarına döndü ve dedi ki: Sizden hiçbir kimse yok mu ki beni bu tasadan kurtarsın, bu tek eri tuzağa düşürsün?
Oğullarından biri, bu işi benim adıma yaz, benden iste, senin gönlünü bu dertten ben kurtaracağım diye böbürlendi.
Şeytan ona, en gerçek oğlum sen olursun, bu işi başarırsan, kör gözümü sen aydınlatırsın, dedi.
Şeytanın o oğlu, şöyle bir mel’un aklına danıştı.
O, şeytanın oğluna:
– Halkı genç, güzel kadınlardan daha iyi avlayacak hiçbir tuzak olamaz, dedi. Çünkü altın arzusu, lokma dileği tek taraflıdır. Sen altına âşık olursun amma onun canı yoktur ki sana âşık olsun; lokmanın canı yoktur ki seni arasın, seninle konuşsun. Fakat genç kadınlara duyulan sevgi, iki taraflı olur. Sen onu sever, istersin, o da seni sever ve ister. Sen ona ulaşmak istersin, o da sana.

Bir hırsız geceleyin dışardan kapıyı açmak için bir tuzak kurar; amma o hırsızın, evde bir eşi ortağı bulunur yahut bir halayıkcağız, içerden kapıyı açarsa, bu, hırsızın dışardan para çalmaya uğraşmasına benzer mi hiç?
Altın yahut sandık, kalkıp kapıyı açamaz ki.
Şeytanın oğlu da, bütün dünyayı dolaştı. Güzel, akıllı, soylu soplu, alımlı, işveli bir kadın arıyor, zahidi avlamak için o çeşit bir dilber araştırıyordu, şeytanlık hasedinin kuvvetiyle ev ev, şehir şehir gezip dolaşıyordu. Çok aradı.
Sonunda o ülkenin padişahının kızını seçti. Kızın güzelliği dillere destandı. Kızın beynine girdi, onu deli divane etti, hastalandırdı.
Padişah, hekimleri, hikmet ehlini topladı. Hepsi de onu iyileştirmede, ona ilaç tertip etmede âciz kaldı.

Şeytan, bir zahit elbisesine bürünüp geldi:
-Eğer bu kızın hastalıktan kurtulmasını istiyorsanız, dedi, onu Barsisa’ya götürün. O, okusun, üflesin, bu hastalıktan kurtulur. Onlar da başka çare bulamadılar, onun sözünü dinlediler, kızı, Barsisa’ya götürdüler.

Barsisa dua etti, şeytan da kızı bıraktı, kız iyileşti. Böylece de şeytan, padişahın bir dahaki seferde de kendi sözüne inanmasını sağlamış oldu. Kız iyileşince sevindi.

Bir zaman sonra şeytan, gene kızı çıldırttı .Hekimler yine iyileştirmede âciz kaldılar.

Şeytan aynı suretle tekrar geldi. Bunu, gene Barsisa’ya götürün; amma bu sefer geri getirmeyin, kız size, iyileştim diye haber yollayıncaya kadar yanında kalsın, dedi.
Kızı, yüz binlerce güzel kızı nasıl götürüyorlarsa, öylece götürüp Rahibin yanına bırakıp döndüler.
Kız, Rahip ve şeytan o ibâdet yurdunda kaldılar. O rahip, bilgin olsaydı, kızla yalnız olarak o ibâdet yurdunda kalmaya razı olmazdı.

Esenlik ona, Peygamber(SAV) dedi ki: “Bir kadın, bir konakta bir erkekle beraber kaldı mı, üçüncüleri şeytandır, onların.” Bir kadın, bir yerde bir erkekle beraber kalınca şeytan, onların aracısı olur. Hasılı uzun bir zaman, kız, zahit rahibin yanında kaldı. Otur kalk derken Rahip Barsisa, göz ucuyla da olsa kızı süzdü ve iyice gönül kaptırdı. Gönül kaptırılmayacak da bir dilber değildi padişahın kızı.

Nihayet bir gün, kızla buluştu ve kız hamile kaldı.
Rahip kara kara düşünmeye başladı.
Bu sefer şeytan, bir insan şekline bürünüp Rahip Barsisa’nın yanına geldi. Onu düşünür buldu. Neden düşüncelisin, dedi. Barsisa, hikâyeyi anlattı. Kız, gebe kaldı dedi.
Şeytan:
-Kızı öldürmekten başka çare yok, dedi. Öldürür, sonra, öldü gömdüm, dersin.
Barsisa, geceler boyu düşündü, başka bir çare bulamadı. Onun dediğini yaptı.
Diğer yanda hain şeytan, gene insan şeklinde padişaha geldi.
Kız iyileşti, gidip getirin, dedi.
Padişahla perdeciler gidip kızı istediler. Rahip Barsisa:
-Kız öldü, gömdüm dedi. İnanıp geri dönüp yasını tutmaya koyuldular.
Şeytan, bu sefer başka bir şekle girip, padişahın yanına gitti.
-Kız nerede, dedi. Padişah:
-Rahip Barsisa’nın yanına götürdük, orada öldü, dedi.
Şeytan:
-Kim söyledi, diye sordu.
Padişah:
-Barsisa söyledi, deyince Şeytan:
-Yalan söylüyor, dedi. Rahip kızınla buluştu, kız gebe kaldı, sonra kızı öldürdü, falan yere gömdü. İnanmıyorsan orayı kazdır, görürsünüz, dedi.

Padişah, tam yedi kez yerinden kalktı, bir başka yere oturdu, sonra gene yerine geldi. Şaşkına döndü, hâli değişti, kafası ateşlendi, kızdı.

Sonra bir toplulukla atına binip Barsisa’nın ibâdet yurduna vardı. İçeri girip:
-Kız nerde, diye sordu.
-Rahip Barsisa:
-Öldü, gömdüm deyince, peki dedi, bize niye haber vermedin? dedi.
Barsisa:
-Evrad-ı ezkar ile meşguldüm, evradımdan kalırım diye korktum, dedi.
Padişah:
-Bu sözün aksi çıkarsa ne yapayım dedi.
Bu söz üzerine Barsisa kızdı, ileri geri söylenmeye durdu.
Padişah, Şeytanın bildirdiği yeri kazdırdı. Kızı çıkardılar, kız öldürülmüştü.
Barsisa’nın ellerini bağladılar, terlemeye başladı. Halk toplandı.

Barsisa, kendi kendine, ey kutsuz nefis diyordu. Duan kabul oluyor diye seviniyordun. Halkın gönlüne, gözüne üstün, büyük görünüyorsun diye seviniyordun.
Halk seni beğeniyor, övüyor diye gururlanıyordun.
Halkın inancı azalır diye de korkuyordun değil mi?
Gerçekte bu düşüncelerden hepsi de yılandı, akrepti; evet, halkın beğenişi, zehirlerle dolu bir yılandı diyor, içten içe ah ediyordu; ama artık faydası yoktu.

Onu yüce bir darağacının dibine getirdiler.Merdiven dayayıp boynuna ipi taktılar.
O anda şeytan, bir insan şekline girip kendisini tekrar gösterdi. Bunların hepsini de ben yaptım sana; hâlâ da gücüm var, çaren benim elimde, bana secde et, seni kurtarayım dedi.
Barsisa buna ümitlendi ve şeytana:
-Nasıl secde edeyim, boynumda ip var. dedi.
Şeytan, secde niyetiyle başınla işaret et, akıllıya işaret de yeter dedi.
Barsisa, can korkusuyla, secde etmeye niyetlendi; can tatlıdır ya, fakat başını eğince ip, boynunu daha da sıktı. Nefesi kesildi.
Ve şeytana secde ederek öldü. Şeytan uzaklaşırken, “Ben senden tamamıyla uzağım” dedi.

Şanı ululandıkça ululansın, Tanrı buyurur ki: Ey insanlar, ey inananlar, sizi kötü bir dost, tutar da kötülüğe çağırırsa, bu iş, sizin faydanızadır derse, kötü dostlar sana, sen yaşarken de bizimsin, öldükten sonra da; biz de seniniz diye vaadde bulunursa ona inanmayın; onlar, bu düzenle kendileri gibi sizi de bozmak, bozguna uğratmak, kötülemek, kötülüğe çekmek isterler. Sizi pis bir hale getirdiler mi, ne dostunuz kalır artık, ne eşiniz. Sizden bezerler.

Anlattığımız o şeytan gibi ki onun derdine ortak oldu, ona dostluk gösterdi, sonunda onu tuzağa düşürünce, ondan bezdi gitti.


(Mevlana Celaleddin, Mecalis-i Seb’a
çev. Abdülbaki Gölpınarlı, Konya, 1965)

Allaha Teslimiyet

İki genç ilim tahsili yapmak, bir mürşit bulmak için bir yolculuğa çıkarlar. Uzun bir yolculuktan sonra bir mürşidin yanında ilim öğrenmeye çalışırlar. Aradan uzun yıllar geçer. Allahu teâlâ ( c.c.) o iki gence çeşitli hikmetler verir.

Bir gün gençlerden bir tanesi başını göğe kaldırıp Levh-i mahfuz‘a bakar. Levh-i mahfuz’da cehennemlik olanların isimlerinin içinde mürşidinin ismini görür. Çok üzülürler.

İsmi cehennemlik olan bir insanın yanında kalmak istemezler. Hocalarının yanına gidip buradan ayrılmak için izin isterler.

Hocaları: -”Oğullarım, daha ilminizi bitirmediniz. Ayrılmayın, öğrenecek daha çok şeyiniz var.” diye ısrar ettiyse de talebeler ayrılmak isterler.

Hocaları: -”Sakın oğlum siz Levh-i mahfuz’daki cehennemlik olanların isimleri içinde benim ismimi görmüş olmayasınız? Bunun için gidiyorsanız, gitmeyin. Ben tam 20 yıldır bu yazıyı her gün görüyorum. Benim görevim Allah’a kulluk etmektir. Allah’ın (c.c.)hikmetini sorgulamak değildir.” der.

Talebeler daha da çok hayrete düşerler.

Ertesi sabah gene Levh-i mahfuz’a bakarlar ki mürşitlerinin ismi cennetlik insanların içinde yer almış. Hep beraber Allah’a (c.c.) şükür secdesi yapmışlar.

Hocanız bir Saki de olsa Sadakkatla ona baglı olursanız Allaha  varırsınız …

Allah-u Teala hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri halis ve muhlis kullarından eylesin. Âmin.

Sâliha Hanım



Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sâliha hanımlar hakkında birçok müjdeleri vardır.
Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyuruyorlar ki: “Sahip olunan şeylerin en efdali, zikreden bir dil, şükreden bir kalb, kocasının imanına yardımcı olan sâliha bir zevcedir.”
Başka bir hadîs-i şerifte de:
“Dünya geçici bir faydadan ibarettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı şeyi, dindar bir kadındır. İyi kadın, kocasına karşı itaatli, çocuklarına karşı şefkatli olandır.” buyrulmuştur.
Gerçekten evi çekip çeviren, yuvayı kurup şenlendiren dişi kuştur. Kadın huysuz, aksi ve müsrif olursa o âilede huzur ve bereket olmayacağı gibi iyi huylu, dindar ve tasarruf ehli bir kadının da mutlu edemeyeceği bir yuva yoktur. Yuvanın asıl mîmarı kadındır.�
Bu sebeple kadınların mânevî dünyaları çok önemlidir. Onlar ibâdetlerine, hayır, sadaka ve yardımlarına, hizmet ve vazifelerine bağlı olduğu kadar eşlerine, çocuklarına da ihtimam göstermelidirler.
Âile bütçesini denkleştirmek, erkeğin olduğu gibi hanımın da vazifesidir. Lüzumundan fazla yiyecek, içecek, kılık kıyâfet almamak; bir şekilde evde fazla hâle gelmiş bulunan yiyecek ve eşyaları israf etmeden ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak en mühim içtimâî ve dînî vazifelerimizdendir. Zira fakir ve yoksulların gönlünü yapmak, hâneleri şenlendirir, rızıkları bereketlendirir.
Fakir ve garipleri sevindirmek için elden çıkardığımız eşyalar, eskimiş, yıpranmış, kimsenin dönüp yüzüne bakmayacağı şeyler olmamalıdır. Aksine gözümüzde kıymetli, gönlümüzde yer etmiş bulunanlardan fedakârlık yapmalıyız ki, verdiğimiz o eşyalarla birlikte gönlümüzdeki hırs, tamah ve bencillikten de kurtulalım.
Hanımların en önemli vazîfelerinden birisi de îmanlı evlâtlar yetiştirmek, güzel örnekler sergileyerek onların ruhunda kalıcı bir izler bırakmaktır. Bu davranışlar, bir ömürlük teşekküre lâyıktır.
Bunun için de bir hanımın her şeyden önce Allâh’a kulluğa ve takvaya son derece riâyet etmesi gerekir. Kendisi ibadete, namaza ve niyaza dikkat etmezse, çocuğuna ne öğretebilir ki?! Aynı şekilde yediğinde içtiğinde de helâl ve harama da îtina göstermelidirler.
Sâliha hanım, kocasını güler yüzle ve kapıda karşılamalı, evden çıkarken de güzel söz ve duâlarla yolcu etmelidir. Hülâsâ sâliha bir hanım, ilâhî kudretle genişletilmiş bir rahmet ocağıdır.
Cenab-ı Hak, yuvaları hayırlarla kurmayı, güzel nesiller yetiştirerek, ümmet-i Muhammed’e ve bütün insanlığa hizmetler ulaştırmayı cümlemize nasip etsin. Âmin!..

Âlem-i berzahta ziyadar, mûnis birer manzara olurlar.

Berzah âlemi: İnsan ruhunun öldükten sonra kıyamete kadar içinde bulunduğu, dünya hayatı ile ahiret hayatı arasında yer alan bir âlemdir. İnsanın öldükten sonra ilk ayak bastığı menzil, işte bu âlemdir. İnsan kıyamete kadar bu âlemde hayatını sürdürecek ve burada kıyamet gününün gelmesini bekleyecektir. Demek berzah âlemi, dünya ve ahiret arasında bir bekleme salonudur. Ruhlar burada kıyameti ve dirilişi beklerler, ilk ceza ve ilk mükâfat burada gerçekleşir.

Berzah âleminin yeri, dünyanın merkezi ile birinci sema arasındadır. Ancak birinci semanın yeri hakkında ihtilaf edilmiştir. Bazılarına göre, bizim gördüğümüz sema birinci semadır. Bazılarına göre ise, göz ile görünen şu uzayın tamamı birinci semadır.

Yine denilmiştir ki: Âlem-i berzah huni şeklindedir. Bu âlem âdeta bir ayna gibidir. Cennet ve cehennem bu aynada temessül ederler. Bu âlemin üstü cennetin temessülüne, altı da cehennemin aksine mazhardır. Cennetlik ruhlar berzah âleminin üst kısmındadır. Burada âdeta bir cennet hayatı yaşarlar. Cehennemlik ruhlar ise bu âlemin altındadır. Onlar da orada âdeta bir cehennem hayatı yaşarlar.

Kötü ruhların berzahın üstüne gidemediklerine ve berzahın alt kısmında kaldıklarına şu ayet-i kerime işaret etmektedir: “Bizim ayetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı kibirlenenler var ya, işte onlara göğün kapıları açılmaz…” (Araf 40)

Buna göre, ölüm melekleri kişinin ruhunu aldıklarında berzah âleminin üst kısmı olan semaya doğru götürürler. Ancak berzah âleminin üst tarafına çıkabilmek için göğün kapılarını geçmek gerekir. Göğün kapılarında ise melekler vardır ki, habis ruhların bu kapılardan geçmesine izin vermezler. İşte böyle bir habis ruh, göğün kapısından geçememekte ve geri çevrilerek cehennemim aksettiği yer olan berzahın alt kısmına götürülmektedir.

Berzah âleminin mahiyeti hakkında daha fazla bilgiyi merak edenler ilgili kitaplara müracaat edebilirler.

Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz nokta: “Bu dünyadaki hadiselerin âlem-i berzahta ziyadar ve mûnis birer manzara olmaları” meselesidir. Üstadımızın başka yerlerde izah ettiği üzere, bu âlemdeki her hadise -tabiri caizse- ilahî kameralarla kayıt altına alınmaktadır. Daha sonra bu kayıtlar cennet ehline seyrettirilecek ve cennetin hoş sohbetlerine medar olacaklardır. Ehl-i cennet bu kayıtları seyrederken dünyadaki anılarını hatırlayacaklar ve bir nevi lezzete mazhar olacaklardır.

Fâni mal beka bulur. Çünkü Kayyûm-u Baki olan Zat-ı Zülcelâl’e verilen ve O’nun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zail; bakiye inkılâb eder, baki meyveler verir.

Cenab-ı Hakk’ın yolunda harcanan fâni malın beka bulmasını şu ayetler ve hadis-i şerifler ile anlayabiliriz:

“Her neyi Allah yolunda infak ederseniz, Allah-u Teâlâ onun yerine size başkasını verir.” (Sebe 39)

“Yaptığınız her iyilik sadece kendiniz içindir… İyilik cinsinden ne infak ederseniz, o size aynen ödenir. Size hiçbir şekilde haksızlık yapılmaz.” (Bakara 272)

Hz. Aişe (r.a.) diyor ki: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir koyun kesmişlerdi. Bu sırada bir dilenci geldi ve etten ona verdiler. Bir dilenci daha geldi, etten ona da verdiler. Sonra bir dilenci daha geldi ve etten ona da verdiler. Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Koyundan geriye ne kaldı?” Yanındakiler: “Sadece omuzu kaldı.” dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Hayır! Omuzu hariç diğer yerleri kaldı.” (Tirmizi, Sıfatu-l Kıyame 35)

Efendimiz (s.a.v.)’in burada anlatmak istediği şey şudur: “Biz hayvanın her parçasını Allah yolunda infak ettik. Bu infak sayesinde o parçalar beka buldu, çünkü Allah yolunda harcanan her şey beka bulur. Kalan bu omuzu ise biz yiyeceğiz. Bu parça Allah yolunda sarf edilmediğinden dolayı fena bulacak. O hâlde denilebilir ki, omuzu hariç bu koyunun tamamı beka bulmuştur.”

İbn-i Mesud (r.a.) rivayet etmiştir. Resulullah (s.a.v.), ashabına: “Hanginize mirasçısının malı kendi malından daha sevimlidir?” diye sordu. Onlar: “Ey Allah’ın Resulü! Hepimiz malımızı mirasçının malından daha fazla severiz.” dediler. Hz. Peygamber de: “Kişinin kendi malı, hayır yaparak önceden gönderdiğidir. Mirasçısının malı ise harcamayıp geride bıraktığıdır!” buyurdu. (Buhari, Rikak 12.)

Ebu Hureyre (r.a.) rivayet etmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Her sabah iki melek iner. Biri: “Ya Rabbi, infak edenin malına yenisini ver!” der. Diğeri de: “Ya Rabbi, cimrilik edenin malını telef et!” diye dua eder.” (Buhari, Zekât 27; Müslim, Zekât 57)

Ebu Hureyre (r.a.) rivayet etmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ey Âdemoğlu! (Allah için) İnfak et ki, sana da infak olunsun!” (Müslim, Zekât 36, 37)

Ebu Hureyre (r.a.) rivayet etmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Üç şey vardır ki bunlara yemin ederim: Sadaka malı eksiltmez…” (Tirmizi, Birr 82)

Naklettiğimiz ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler şu noktaya parmak basmaktadır: Allah-u Teâlâ yolunda harcanan bir mal eksilmez ve fena bulmaz, bilakis çoğalır ve beka bulur. Mal, Allah-u Teâlâ yolunda harcanmakla beka bulduğu ve fenadan kurtulduğu gibi, şu ömr-ü zail de Allah’ın yolunda harcanırsa beka bulur ve fenadan kurtulur. Zira o zaman şu ömr-ü zail, ebedâ bir hayatın vesilesi ve cennette ebedî bir saadetin sebebi olur.

Hatem’sin,

‎”Ey peygamber, mühürleri kaldırmak, kapalı kapıları açmaktasın, Hatem’sin,
Bu iş, seninle ve sende bitmiştir. Can bağışlayanlar âleminde bir Hatem’sin sen.
Hâsılı Muhammed’in işaretleri, buyrukları açıklık içinde açıklıktır
Onun canına, yüz binlerce aferin kutlu gelisinede de evlâdının çağına da”
Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.)

İnsan Nasıl Güzelleşir

Simasına, hâl ve hareketlerine baktığımızda hayran kaldığımız, gıptayla seyrettiğimiz nezaket ve efendilik timsâli insanlar vardır. Bu sempatik insanlar gönüllerde taht kurmasını başarmış; sevilen, sayılan, başlar üstünde tutulan insanlardır.

Hiç şüphesiz her güzel haslette olduğu gibi nezaket, efendilik, insaniyet ve erdemlilikte de Allah Resûlü (S.A.V.), herkesten öndeydi.

İnsanlık adına ne varsa hepsi ondaydı. İnsaniyet-i kübra, yani en büyük insanlık onda gerçek kimliğini bulmuştu. En mükemmel, tek kelimeyle ideal insandı. Şefkat ve merhametiyle, yumuşak huyluluğuyla, hoşgörüsüyle, gönül alıcı söz ve davranışlarıyla gerçek bir sevgili olmuştu.

Âlemlere rahmetti O(s.a.v).

Her şeyiyle rahmetti; kendisi rahmetti, getirdiği kitap rahmetti, varlık için ne sunmuşsa hepsi rahmetti.Kur’ân, o rahmet Peygamberinin özelliklerine dikkat çekerken ümmetinin sıkıntıya uğramasının ona çok ağır geldiğini, ümmetine çok düşkün, çok şefkatli, çok merhametli olduğunu belirtir.1

Nezaketi ve yumuşak huyluluğuyla ilgili Kur’ân’da şöyle buyurulur: “Allah’tan bir rahmet eseridir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer sen huysuz ve katı kalpli birisi olsaydın muhakkak onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi.”2

Son derece nazikti, kimseyi üzmez, kırıp incitmezdi Allah Resûlü (asm). Bu konuda öyle titizdi ki, “Allah’ım, ben bir insanım. Eğer kullarından birini üzüp incitmişsem, beni bu yüzden cezalandırma!”3 diye duâ ederdi.

Kâinatın Efendisi (asm) aslâ yüzünü asmaz, ekşiltmez, hata ve kusurları yüze vurmaz, hoşlanmadığı birşey olursa yüz hatlarıyla belli ederdi. Birisinin hoş olmayan bir söz ve hareketini duyduğunda,

“Bazılarına ne oluyor ki şöyle şöyle davranıyorlar. Bazıları şöyle şöyle yapıyorlarmış” diye isim vermeden genel olarak uyarır, o söz ve davranışın yanlışlığını dile getirirdi. İnsan nazik ve yumuşak huylu olmalıydı.

Allah’ın şefkat ve yumuşak huylulukla davrandığını, yumuşak huylu olanları sevdiğini; 4 nezaket ve yumuşak huyluluğun hangi şeyde bulunursa bulunsun onu güzelleştirdiğini, bulunmadığında da çirkinleştirdiğini,5 yumuşak huyluluk ve nezaketten mahrum olan kimsenin bütün hayırlardan da mahrum kaldığını6 bildirirdi.

Ruh, akıl, nefis ve hissiyâtlarına hitap ederek yetiştirdiği Sahabe adıyla andığımız talebeleri de nezaket, edep ve terbiye timsâlleriydi.

Ebû Büreyde, Peygamberimizden (asm) yaşlı bir sahabiydi. Ona bir gün bir lâtife yapmak istedi,

“Ey Ebû Büreyde! Sen mi büyüksün, ben mi büyüğüm?” diye sordu.

Bir Peygambere karşı nasıl, “Ben büyüğüm” diye bir saygısızlık edebilirdi. “Küçüğüm” dese o da yalan olurdu.

Şu  cevabı verdi: “Ya Resûlallah, siz benden büyüksünüz. Ben ise sizden yaşlıyım.”

Edep ve nezaket timsâli olmak kadar önemli ne olabilir..?

Dipnotlar: 1- Tevbe Suresi: 128.
2- Âl-i İmran Sûresi: 159. 3- Müsned, 6: 180. 4- Buhârî, Edeb: 35; Müslim,
Birr: 47. 5- Müslim, Birr: 78. 6- Müslim, Birr: 74-76.

alıntıdır…

İrade…

Bilindiği gibi insan, kâinattaki yaratıkların en olgunu ve şereflisidir. Çünkü, bu âlemdeki canlı cansız varlıkların hepsi, insanın emrine ve hizmetine verilmiştir. Bu bakımdan insan, Rabb’ini bilmek ve O’na ibadet etmek için olduğu gibi, bu dünyayı imar ve ıslah etmek için de yaratılmıştır.

Bu sebeple “Allahu Teâlâ, insana her türlü güzel vasıflar, yanında onu diğer varlıklara üstün kılan ve insan yapan, akıl, ruh, irade ve ihtiyar gibi manevi değerler vermiştir. O, aklı, irade ve seçme gücü ile diğer varlıkların yapamayacağı bir çok işleri yapmak, yeni yeni şeyler keşfedip kesb etmek kudretine sahiptir. Insana bu sınırlı kudreti ve cüzî iradeyi veren; gücü her şeye yeten mutlak kudret, kulli irade ve sonsuz kemal sahibi olan Allah Teâlâ’dır.

Fakat insana verilen bu sıfatların hiç biri tam ve mutlak değildir. Allah’ın kemâl sıfatlarına nazaran çok eksik ve sınırlıdır. Bu sebeple insan, iradesini, fıtrî yeteneklerini ve diğer sıfatlarını kullanırken, belirli ölçülere, kayıtlara ve ilâhî kanunlara tabidir. Fakat bu kayıtlara ve bazı engellere rağmen insan, cüz’î iradesini kendi sınırları içinde kullanmakta ve dilediği tarafa yöneltmekte serbesttir.

Gerçek şudur ki insan, belirli ölçüler ve sınırlar içinde hareket edebilen hür bir varlıktır. O halde insanın kendi irade ve ihtiyarı ile yaptığı, isteyip kesbettiği (elde ettiği) işler vardır ve yaptığı bu işlerden elbette sorumludur. Yapmakla mükellef olduğu iyi ve güzel işler karşılığında mükafaat alacak, yapmaması gerekenler karşılığında da ceza görecektir.,

Çünkü insan, kendi irade ve isteğiyle iyi veya kötü belirli bir işi yapmaya karar vermiş ve o kararını uygulamaya koymaya girişmiş olmakla, o işin sorumluluğunu yüklenmiştir. Işte insanlar, sahip oldukları bu irade ve ihtiyarları (seçme melekelerine sahip olmalarından dolayı mükellef ve yaptıkları işlerden sorumludurlar. Bu teklif esasına göre dinen sevaba layık veya cezaya müstehak olurlar.

Aksi halde insanlar mükellef ve yaptıkları işlerden sorumlu olmazlar. Teklif ve sorumluluk, sevap ve ikab (ceza) esaslarını kabul etmemek ise, bütün ilahî dinlerin esas ve gayesine aykırıdır.

Diğer taraftan, şayet insanlar yaptıkları her işi mecburi ve zorunlu olarak yapar diye düşünürse, cebir (zorlama) lazım gelir ve insan iradesi inkâr edilmiş olur. Yani insanların yaptıkları hiç bir işte irade ve ihtiyarları olmaz, buna rağmen o işlerden sorumlu tutulmuş olurlar ki bu, ilahi adalete aykırı düşer. Bu sonuç ise batıldır.

O halde, karşımıza, birbiriyle zor bağdaşan iki dini esas çıkıyor:

Birincisi; “Allah (c.c) her şeyin halîkı (yaratıcısı) dır” (ez.-Zümer, 39/62) âyetine uyarak, Hak Teâlâ’nın yegane yaratıcı olduğuna, yaratıcılıkta hiç bir ortağı bulunmadığına ve kulun ihtiyarı fiillerini de yaratanın Allah olduğuna iman etmektir.

Ikincisi de; kul, kendi irade ve ihtiyarı ile yaptığı (zorunlu olmayan) Ihtiyarı Fiillerinden sorumludur. Yani Allah’ın emirlerini yapmak ve yasaklarından kaçınmakla mükelleftir. Bu, teklif ve sorumluluğun esası olup, dinde sevap ve ikabın kaynağıdır. Bu esas, bizi “insanın sorumlu olması için, fiilini icad etmesi gerekir” sonucuna götürebilir. Bu sonuç ise, birinci esasa aykırı düşer.

Işte, inanılması gereken bu iki esas arasında görülen çelişkiyi kaldırmanın zorluğu, insan aklını tereddüde ve fikir ayrılıklarına sevketmiş ve bu konuda Ehl-i Sünnet dışı mezheplerin doğmasına neden olmuştur. O halde ihtilafın ana sebebi; insanların “ef’âli ihtiyarıye” diye anılan kendi irade ve ihtiyarları ile yaptıkları “fiilleri yaratmak” Allah Teâlâ’nın fiillerinden midir? Yani bu irâdı fiillerin yaratıcısı Hak Teâlâ mıdır, yoksa o fiili bizzat işleyen kul mudur? meselesidir. Bu konuda farklı görüşler ve ayrı ekoller ortaya çıkmıştır:

1-Mutlak cebir düşüncesine dayanan “Cebriyye” mezhebi öncüsü Cehm b. Safvan olduğundan “Cehmiyye” adıyla da anılır.

2-Mutlak ihtiyar fikrine dayanan Kaderiyye ve “Cumhuru Mu’tezile” mezhebi.

3-Cebr ve ihtiyar arasında görülen “Mâturîdiyye” mezhebi.

4-”Cebr-i Mutavassıt” olduğu iddia edilen “Eş’ariyye” mezhebidir.

Ilk iki mezhep, insan iradesi üzerinde aşırı giden ve birbirinin zıddı olan “mutlak cebir” ve “mutlak ihtiyar” fikrine dayanan ve böylece ifrat ve tefrite kayan Ehl-i Sünnet dışı bâtıl mezheplerdir.

Son iki mezhep ise, ifrat ve tefrite sapmayan hak mezheplerdir. Her ikisi de, Ehl-i Sünnet görüşünü temsil ederler.

Cebriyye; insanın irâdî fiilleri üzerindeki kudret irade ve ihtiyarını tamamen inkâr ederek, kulun daima mecbur ve muzdar olduğunu, yaptığı işlerde hiç bir rolü olmadığını iddia ediyor. Böylece “teklif ve sorumluluk” esasını yıkarak, insanı mutlak cebre teslim ediyor. Onu âdeta cansız bir varlık seviyesine indiriyor. İslam’ın ana prensipleriyle bağdaşmayan bu çarpık görüş, müslümanlar arasında rağbet görmemiş ve kısa zaman sonra ortadan kalkmıştır.

Kaderiyye ve Mu’tezilenin büyük çoğunluğu; Cebriyye’nin mutlak cebir fikrının tam aksini savunacak, insanı “hâlikiyet” yani yaratıcı derecesine çıkarıyor ve “kul, yaptığı ihtiyârî fiillerin yaratıcısıdır” diyorlar. Böylece Allahu Teâlâ’ya, bir çeşit şirk koşma gibi tevhid akidesine aykırı bir duruma düşüyorlar.

alıntı

Allah ( C.C) Yar

Gerçek kul olmanın “La” ile başlaması,
aslında insanın inkârcı tabiatının nasıl da dogru bir tercihle
kapıları sonuna kadar açarak “kul” olma bilinciyle donatılacagını göstermektedir.

İnkâr etmek!
Bilinci her türlü olumsuzluktan soyutlamak!
O’ndan başka ilah yoktur, ancak O vardır diyebilmek!
Eşikten içeri bu bilinçle girildiginde gerçek kul olmanın
güzelligiyle donatılıyor insan. Aradan tüm vasıtaları kaldırarak
sadece O’na yönelmek!
Ancak Sana ibadet eder, ancak Senden yardım dileriz…

Kapı bir kere açılmaya görsün.
Dar kapıdan içeri girerken, birden çiçeklerle bezenmiş,
fıskiyelerle serinlemiş bir bahçede bulursunuz kendinizi.
Çünkü aracısız kullugun mükâfatı size bahşedilmiştir.
Gönlünüze sürur verecek daveti almış olarak kendinizi
ne kadar bahtiyar hissedersiniz degil mi? O’nun rahmeti
âlemi kuşatmıştır.
O’ndan ümit kesilmez.
Zira O el-Gaffâr’dır, el-Vehhâb’dır, er-Rezzâk’tır, el-Fettâh’tır,
El-Bâsıt’tır…

Gerçek anlamda ‘ Yâr’ demek,
insana bu güzelliklerin her daim bahşedilecegi rahmetin pınarlarını sonuna kadar açar.
Dünyaya ait ne kadar gam ve keder varsa
bu kelimeyle insanın kalbinden sıyrılır gider.
Âşıkların, velilerin, ariflerin, abidlerin, fazılların yol arkadaşı yapar. Güneşin kızgınlıgında dudakları kurumuş birinin suya olan hasreti gibi, onun dilini kalbin ritmine sokan kelimelerle hasret çeker.

Sevgiliyi özlemek!
Sevgiliyi anmak! Sevgilide yaşamak!
Sevgiliyi özleyen ne yapsın kulaga çarpıp yere düşen sevgi sözcüklerini. Sevgiliyi anan, ne yapsın gözlerinin önünde seremoni yapan kartondan âşıkları. Sevgiliyi özleyen, ne yapsın haz ve tatmin hayallerini. Cennetin anahtarı sendedir ey Sevgili.
Başka anahtarlara ne hacet! yâr.

Günümüzde insan kendi cehenneminin gönüllüsü olarak adımlar atıyor da farkında degil. Yalan, gıybet, kibir, haset, iftira, zulüm… gibi kebairi hiç çekinmeden diline ve kalbine yoldaş kılan ça daş insan! Kalbin karanlıgını yırtacak bir ışık arıyorsan Yâr de! Bu dünyanın hay huyları ne seni mutlu etmeye yeter, ne de senin intikamcı ruhunu tatmin eder.
Yalan söyleyerek kime savaş açtıgının farkında mısın?
Gıybet ederek diline hangi kanı bulaştırdıgını biliyor musun?
Kibir ile içinde nasıl bir cehennem taşıdıgını hiç düşündün mü?
Haset ederken nasıl bir karanlıgın içinde yüzdügünü hayal edebiliyor musun? İftira ederken eli kanlı katilden daha zalim oldugunu biliyor musun? Zulüm işleyerek arşı nasıl titretti inin farkında mısın?

Allah ( C.C) Yar de, kalbin huzur dolsun!
Gögün derinliklerindeki mavi gözlerini maveraya çevirsin.
Yıldızlar arkadaşın olsun!
Rahman’ın hoşnutlunu kazanmış kulların dostluguna güven!
Bakışlarıyla insanı ürküten hoyratların dostlu una bel ba lama! Gözlerinde yaş, kalbinde hüzün, dilinde zikir ile acz ve fakrını bilen salikin yolunu mübarek bil! Aklını Rahman’ın eserlerini tebyin ve tenzih ile kalbini rıza, şükran ve Hayret ile dolduran ariflerin meclisini terk etme!

Kalbini ateşten tuglalarla ören sevgisizlik duvarını Allah ( C.C) yar kelimesiyle yık!
Bu öyle güçlü bir kelimedir ki, bir kez hakkıyla diyebilirsek kalbimizi korunaklı hale getirebiliriz.

Allah ( C.C) Yar…

(alıntı)

“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz.

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur.
Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.”
Bakara Sûresi, 2:32.

Allah ile

Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur..

hz Mevlana

Edep

Edepli edebinden susar edepsiz ben susturdum sanir!

(Hz Mevlâna)

(Allah Rasûlü) “Din nasihattır/samimiyettir” buyurdu.

‎(Allah Rasûlü) “Din nasihattır/samimiyettir” buyurdu.

“Kime Yâ Rasûlallah?” diye sorduk. O da; “Allah’a, Kitabına, Peygamberine,

Müslümanların yöneticilerine ve bütün müslümanlara”

diye cevap verdi.

(Hadis-i Şerif)Müslim, İmân, 95.

YASİNİ ŞERİF SURESİ HAKKINDA PEYGAMBERİMİZ(S.A.V.)’IN HADİSİ ŞERİFLERİ

Resulü Ekrem,Sure-i Yasin hakkında:

“Yasin,Kur’an’ın kalbidir.Muhakkak o,bütün dertlere devadır.”

“Geceleri Yasin’i okumak,sanki Kur’an-ı yedi defa hatmetmek gibidir.”

“Yasin ne niyet için okunursa,o şey meydana gelir”
buyurmuşlardır.

Sabah ve akşamları okunması daha tesirlidir.Kırk bir Yasin ne niyet için okunursa okuyan kimsenin muradı hasıl olur.Bu kırk bir Yasin yedi güne bölünerek sabah namazından sonra okunursa daha tesirli olur.

“Allah Teala’nın rızası için geceleyin Yasin’i okuyan kimse affolunur.”

“Sure-i Yasin’i geceleri okuyan kimseye Kur’an’ı yedi defa okumuş gibi ecir verilir.”

Peygamberimiz buyurdu:
“Cuma geceleri Sure-i Yasin’i okuyan kimse,mağfireti ilahiyyeye nail olduğu halde sabahlar.”

“Kim Sure-i Yasin ve Sure-i Duhan’ı Cuma geceleri okursa,mağfiret olunduğu halde sabahlar.”

Peygamberimiz buyurdu:
“Sabahladığında Sure-i Yasin’i okuyan kimseye o günün kolaylık ve sevinci verilir,akşamladığı vakit okuyan kimseye sabaha kadar o gecenin kolaylık ve sevinci verilir.Cennet ehlinden Kur’an ref edilir,ondan birşey okumazlar.Ancak Taha ve Yasin’i okurlar.”

“Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’an’ın kalbi ise Sure-i Yasin’dir.Kim onu gündüzleri okursa,bütün sıkıntılarına karşı kafi gelir.Kim geceleri okursa bütün günahları affedilir.”

“Sure-i Yasin’i akşamladığı vakit okuyan kimse ferah içinde sabahlar,sabahladığı vakit okursa ferah içinde akşamlar.”

“Sure-i Yasin’i sabahleyin okuyan kimseye o günün sultanlığı(manevi olarak) verilir.Akşamları okuyana ise o gecenin sultanlığı verilir.”

Peygamberimiz buyurdu:
“Sure-i Yasi’i okuyan kimseye yirmi (nafile) hac sevabı verilir.”

“Her şeyin bir kalbi vardır.Kur’an’ın kalbi ise Sure-i Yasin’dir.Yasin’i bir defa okuyan kimseye (içinde Yasin bulunmayan) on hatim sevabı verilir.”

Peygamberimiz:
“Kur’an’da bir sure vardır.Allah Teala katında ona aziz diye isim verilmiştir.O’nu okuyan ise Allah Teala yanında şerif diye çağrılır.O’nu okuyan kıyamet günü Rabia ve Mudardan(kabilelerinden) daha çokları hakkında şefaat eder.O,Sure-i Yasin’dir.”

“Muhakkak ki Kur’an’da bir sure vardır.Kendisini çok okuyana şefaat eder.Dinleyen ise mağfiret olunur.Dikkat edin.O,Sure-i Ysin’dir.Sure-i Yasin’e Tevrat’ta müimme denilir.”(Ya Resulüllah müimme ne demektir?diye sorulduğunda) Resulü Ekrem:Sahibine dünya ve ahiret hayatını umumileştirir,ondan ahiret korkularını giderir.Ve her hayırlı işini gaza eder.Kim O’nu okursa yirmi(nafile) hac sevabı verilir.Kim O’nu dinlerse sanki Allah yolunda bin dinar sadaka vermiş gibi ecre nail olur.Kim O’nu yazar da suyunu içerse içinden her çeşit hastalığı çıkarır,içine bin tane nur,bin yakin,bin rahmet,bin refet,bin hidayet girer.Ondan bütün hastalıklar ve sıkıntılar çıkarılır.”

“Sure-i Yasin’i ölmek üzere olan kimsenin üzerine okuyun.”

“Sure-i Yasin ölümü yaklaşan hastanın yanında okunursa Allah Teala onun can vermesini hafifletir.”

“Her hangi biri ölmek üzere bulunan kimsenin baş ucunda Sure-i Yasin okunursa Allah Teala ona(ruhunu teslim etmesinde ) kolaylık verir.”

Peygamberimiz buyurdu:
“Üzerine Sure-i Yasin okunan mevtanın azabı hafifler.”

“Her kim her Cuma günü annesinin,babasının veya bunlardan birinin kabrini ziyaret eder de baş ucunda Sure-i Yasin okursa okuduğu her harfi adedince onlar mağfiret edilir.”

“Kabristana giren kimse oradaki mevtaların üzerine Sure-i Yasin’i okursa,Allah Teala okunan Yasin hürmetine onların azabını hafifletir.Okuyan kimseye de harflerinin adedi kadar ecir verilir.”

Resulü Ekrem(a.s.) buyurdu:
“Ya Ali,Sure-i Yasin’e devam et. Muhakkak onda bereket vardır.”


1-Aç okursa doyar.
2-Susuz okursa suya kanar.
3-Çıplak okursa giydirilir.
4-Bekar okursa evlendirilir.
5-Korkan okursa korktuğundan emin olur.
6-Hasta okursa iyileşir.
7-Zindanda olan okursa çıkarılır.
8-Misafir okursa,seferinde ona yardım edilir.
9-Bir şey kaybeeden okursa, kaybettiği şeyi bulur.
10-Sıkıntı ve kederli kimse okursa,sıkıntı ve kederden kurtulur…”

“Ümmetimden her müslümanın kalbinde Yasin-iŞerif’in bulunmasını severim.”

“Geceleri Allah Teala’nın rızası için Sure-i Yasin’i okuyan kimsenin kul hakkından başka bütün günahları affedilir.”

“Bana ve ümmetime Sure-i Yasin,Ayet’el Kürsi ve İhlas suresini ikram eden Rabbime hamd ederim.”

“Kul, sakıncalı olan şeylerden kaçınmak için sakıncalı olmayan

“Kul, sakıncalı olan şeylerden kaçınmak için sakıncalı olmayan

-şüpheli- şeyleri terk etmedikçe,

gerçek takvâ sahiplerinin derecesine ulaşamaz”.

(Hadis-i Şerif)[müslim]

Hz Peygamber (sav) herseyin bir kalbi vardir

Hz Peygamber (sav) herseyin bir kalbi vardir.Kuran’in kalbide Yasin’dir.

kim bu sureyi okursa,Cenab-i Hakk,bu okumasi sebebiyle kendisine,

Kuran’ì -Yasin-haric 10 kere okumus sevabi verir.

(Hadis-i serif)Tirmizi

Sesini değil, sözünü yükseltmeli insan

Sesini değil, sözünü yükseltmeli insan.

Çünkü gök gürültüleri değil, yağmurlardır yaprakları yaşartan.

[Hz.Mevlana]

Murat Belet – Dil Tutulur

Hakiki dost Allah gibi mahrem olmalıdır.

Hakiki dost Allah gibi mahrem olmalıdır.
Dostun çirkinliklerine, hoşa gitmeyen hallerine tahammül etmeli,
hatasından incinmemelidir.
Dosttan yüz çevirmemelidir, dosta itiraz etmemelidir.
Nitekim rahmeti bol olan Allah kullarının ayıplarından,
günahlarından, noksanlarından dolayı onlardan yüz çevirmez.
Tam bir inayet ve şefkatle, onlara rızkını verir.
İşte garazsız, ivazsız dostluk budur.

ŞEMS-İ TEBRİZİ

HER ABDEST BİR DEVRİM OLSUN İÇİMİZDE

TAMAM!… OLSUN!…

HER ABDEST BİR DEVRİM OLSUN İÇİMİZDE
HER ABDEST BİR EVRİM OLSUN
HER ABDEST BİR DİRİLİŞ OLSUN
HER ABDEST BİR DURULUŞ OLSUN
HER ABDEST YENİ BİR KURULUŞ OLSUN
HER ABDEST YENİ BİR DURUŞ OLSUN
HER ABDEST RABBİN KAPISINA YENİ BİR VURUŞ OLSUN
HER ABDEST NEFSİMİZE BİR SORUŞ OLSUN
GÜNAHLAR SOLSUN
RABBİMİN NİMETİ TAMAM OLSUN

Bedenin abdesti su ile,

Nefsin abdesti gözyaşı ile,

Aklın abdesti ilim ile,

Ruhun abdesti aşk ve muhabbet iledir

a-) Zahiri (Dış temizlik)

İbadette amaç insanın özünü nizam’a (terazi) koyup Allah’ın huzurunda yaptıklarının hesabını vermektir. İnsanın bu hesabını cevap verebilmesi, tevekkür ederek ruhunu yükseltip, Allah’a teslim olması gerekir. Eğer tevekküre girecek bir insanın bulunduğu mekanda kötü kokular varsa ibadet etmesi güçleşir. Bir insanın temiz olmaması veya kötü kokular yayması, o insanın ibadeti esnasında Allah’a teslim olmasına mani olur. Temizliğimize önem vermek, hem kendi sağlığımızı, hem çevremizi, hem de insanların sağlığımızı korumuş oluruz.

b- Batıni (İç temizlik):
Değerli canlar!
Asıl ibadet ruh arılığı ve vicdan temizliğidir. O temizlik Allah’ı çeşmesine varıp, gönül yurdunu temizleyip,rıza yoluna varmaktır.

abdest, dış bedenin yıkanması yanında, asıl önemli olan manevi iç temizliğin adıdır. Hz. Mevlana; “Bedeniniz kirliydi yıkayıp temizlendiniz, ya aklınız kirlendiyse onu ne ile temizleyeceksiniz” diyor. Bu zahirlikten sıyrılıp, Hakk’a ulaşabilmek için Hakk’ın inşa ettiği binayı temiz tutmalıyız. Asıl oradaki “Beyt-el mamür” dediğimiz gönül evimiz pak etmeliyiz.
Her türlü ahlaksızlığa, harama, zinaya kısaca bütün kötülüklere açık olan ve doğru yolda olmayan bir insan’ın Hakk’a ulaşması mümkün müdür? Hakk ve halkın huzurunda temiz sayılabilir mi?

Niyazi Mısri “Padişah girmez saraya hane mamur olmazsa” diyor. İçi pisliklerle dolu olan bir insan’ın gönlüne Hakk, Muhammed, Ali mihman olur mu? Sanmıyorum. İşte o temizlik kişinin ruhunda, özünde olmalıdır. Çünkü o öz Hakk’ın cevheridir. Ruh ve gönül temizliği devamlı olmalıdır. Dış temizlik olmayınca nasıl ki mikroplar bedenimize girerek bedenimizi hasta ettiği gibi iç temizlik, gönül temizliğimizde olmazsa ruhumuz hasta olur. Ruh hasta olunca da kişi şeytani fiillerden kurtulamaz.

Pir Hünkar Hacı Bektaş Veli buyuruyor ki; “Eliniz kirli idi yıkayıp temizlendiğiniz, ayağınız kirli idi yıkayıp temizlendiniz. Yüreğinizdeki kini, kibiri, hasetliği, şehveti su ile nasıl temizleyeceksiniz.”

Gönül temizliği elbette su ile temizlenmez. Gönül temizliği ikrarla, tövbeyle temizlenir.
Tövbe: İnsan yaratıcı karşısında sürekli bir biçimde noksanlığını görmeli ve ondan yeterince olgunlaşmadığında da af dilemelidir. Allah’tan af dilemek, günah işlemek demek değildir. Sürekli boyut değiştiren ve yükselen benlik bir önceki halinde eksiklik görüp ve ona tövbe etmesidir.

Kur’an ; “Allah’tan af dileyin” diye buyurmuştur.
Yüce ALLAH C.C , elçisine şöyle buyuruyor:
“Ey Muhammed! Eğer insanlar beni evlerine koyarlarsa, ağırlarlarsa, bende onları ağırlarım. Onlar bana gönül aynalarını gösterirlerse, ben de aradan perdeyi kaldırırım. Yüzümü gösteririm.”

Allah c.c elçisi ise şöyle buyurdu;
“Allah’ım sen yemekten, içmekten, münezzehsin.(Arınmış ve uzak) Kullarınsa seni nasıl ağırlasın?”
Yüceler yücesi Allah c. c buyurur;
“Benim sevgili peygamberim! Şöyle insanlara: Gönül evlerini alçak gönüllülük, aşıklık süpürgesiyle süpürsünler. Hırsı, nasılı, niçini, münafıklığı (iki yüzlülük) hainliği, çekememezliği, dedikoduyu süpürüp atsınlar. Yaptıkları kötü işlerden pişmanlık duysunlar ve pişmanlık suyu ile yıkansılar. Gizli işlerden vazgeçsinler sevgi sofrasını döşesinler. Aşk başlarına vursun.”

Allah’ın yazgısına razılık, teslim, o’ndan çekinme içinde olsunlar. Rica kapıları, tevekkül, iç bilgi denizi ve sabır bahçesinden yana açsın.
“Bismillahirrahmanirrahim’i ve La ilahe illallah’i gönül bohçasına ve benim katıma sunsunlar. Bende bu daveti kabul edeyim. (Dua edenin duasını kabul ederim Bakara, 186 ayet)

Bu bir anlık sunuşların karşılığını üç yüz altmış beş katıyla vereyim. Onun gönlüne gireyim. Beni konuk edişini kabul edeyim. Bende karşılık olarak Firdevs cennetini onlara saray yeri olarak vereyim. (Hacı Bektaş Veli Şerh-i Besmele)

büyükler asıl temizliğin gönlümüzde ve yüreğimizde olmasının önemini belirtiyor. Gönlümüzdeki bütün yaramazlıkları süpürüp manevi anlamda iç temizliği sağlamalıyız.
“İnsan yüreği kadar insandır” demiş bir düşünür yüreğimizi Hakk’ın evi etmeliyiz ki, Hakk’da mihman olabilsin. En büyük alem orasıdır. O alem yanlışlarla doldurulursa doğruya yer kalmaz.

sevgi dolu amellerle inşALLAH

(alıntı)

O demde ki, perdeler kalkar,

O demde ki, perdeler kalkar,

perdeler iner,

Azraile “hoşgeldin!”

diyebilmekte hüner…

(Necip Fazil Kısakürek)

”Dert, GizLice Allah’ı Anmana

”Dert, GizLice Allah’ı Anmana VesiLe OLacaksa Tüm Dünya MüLkünden DeğerLidir .. ”
Von: Necip Fazıl Kısakurek

“MÜSLÜMAN ABDEST ALINCA, GÜNAHLARI SULARLA BIRLIKTE DÖKÜLÜR .” HADIS-I SERIF

‎”Ey Resûl-i Ekremim! Benim kullarım “Rabbi-miz uzakta mıdır, yakında mıdır?”

‎”Ey Resûl-i Ekremim! Benim kullarım “Rabbi-miz uzakta mıdır, yakında mıdır?”

diyerek sana beni sordukları zaman sen onlara cevap ver ki:

Ben onlara pek yakınımdır. Bana duâ eden kulumun duasını kabul ederim.

Duâ ettiğinde benden duâlarının kabulünü istesinler.

Ve bana îman etsinler.

Umulur ki onlar îmanları ve duâları sebebiyle doğru yola vâsıl olurlar ve irşâd olunurlar. ”

(Bakara Sûresi, 186)

Mutlu olmak, manen yükselmek istiyorsan,

Mutlu olmak, manen yükselmek istiyorsan,
gönüller almaya, gururu ve kibri bırakmaya bak.

Hz. Mevlana

Haydi şu benlikten kurtul, herkesle anlaş,

Haydi şu benlikten kurtul, herkesle anlaş, herkesle hoş geçin.

Sen kendine kaldıkça bir habbesin, bir zerresin,

fakat herkesle birleştin kaynaştın mı,

bir ummansın, bir madensin!

Hz.Mevlana

DÖNMEKTİR SANIRSIN MARİFET.

DÖNMEKTİR SANIRSIN MARİFET.

ARŞ DÖNÜYOR YILDIZLAR DÖNÜYOR DERSİN

ZAHİRİDİR GÖRDÜĞÜN

ZAHİRDE DÖNERSİN.

MARİFET DÖNMEK DEĞİL BULMAKTIR.

BİLESİN..

HZ.MEVLANA (K.S)

Kokuların en güzeli gönül kokusudur;

Kokuların en güzeli gönül kokusudur; çünkü o koku Rabbin kokusudur.
O koku kırık gönüllerde mağlup ruhlarda bulunur…

Hz. Mevlana k.s.

İslam’da ‘Namaz’ın önemi?

Namaz Farsça bir kelime olup, Arapça’daki salât kelimesinin karşılığıdır. Sözlükte, dua, istiğfar, övgü anlamlarına gelen salât, dinî bir kavram olarak, İslâm’ın beş temel esasından biri olup, belli eylemler ve rükünleri bulunan özel bir ibadettir. Namaz, içerisinde zikir, tesbih, dua, kıyam, rüku, secde gibi alt ibadetleri toplayan önemli bir ibadettir. Namaz amellerin Allah’a en sevimli olanı, müminin miracıdır. Namaz, insana devamlı olarak Allah’ı hatırlatır, kalplere sorumluluk duygusunun yerleşmesini sağlar, kötülük ve günahla, kişi arasında bir perdedir. Namaz insanın maddî ve manevî temizliğinin vasıtasıdır.

Hanefîlere göre namazlar; farz, vacip ve nâfile olmak üzere üçe; farz namazlar ise, farz-ı ayın ve farz-ı kifâye olmak üzere ikiye ayrılır. Farz-ı ayın olan namazlar, her gün beş vakit kılınan namazlar ile Cuma namazı olup, buluğ çağına erişmiş, akıllı her Müslümana farzdır. Terk edilmesi, kılınmaması büyük günahtır. Günlük farz namazlar, sabah namazı 2 rekat, öğle namazı 4 rekat, ikindi namazı 4 rekat, akşam namazı 3 rekat ve yatsı namazı 4 rekat olmak üzere toplam 17 rekattır. Cuma günleri öğle vaktinde kılınan Cuma namazı, cemaatla kılınmakta olup 2 rekattır. Farz-ı kifaye olan namaz ise, Müslüman öldüğünde kılınması gereken cenaze namazıdır. Müslümanlardan bir kısmı kıldığında diğerlerinden bu farz düşer. Kılınmadığında, o bölgedeki bütün Müslümanlar günahkar olur.

Vacip namazlar, vacip oluşu kulun fiiline bağlı olmayan (li aynihî vacip) ve vacip oluşu kulun fiiline bağlı olan (li gayrihî vacip) olmak üzere ikiye ayrılır. Li aynihî vacip, vitir namazı ve bayram namazlarıdır. Li gayrihi vacip ise, adak namazı, bozulan nâfile namazının kazası ve sehiv secdesidir. Bunlar aslında vacip olmamakla birlikte, ya kişinin adamasıyla ve nafile olarak başladığı bir namazı bozmasıyla veya namazda yapmış olduğu bir hata sebebiyle vacip olmuştur.

Farz ve vacip namazların dışında kalan namazlar ise nâfiledir. Namazlardan önce ve sonra kılınan sünnetler; tahiyyatü’l-mescit, kuşluk, teheccüt gibi müstehablar ve kişinin kendisinin kılmış olduğu fazladan namazlar nâfile kapsamında yer alır.

Namazın kişiye farz olmasının şartları, Müslüman olmak, buluğ çağına ulaşmak ve akıllı olmak üzere üç tanedir. Buna namazın vücup şartları denir. Namazın sahih ve eksiksiz bir şekilde kılınabilmesi için, bir takım farzları, vacipleri, sünnetleri ve âdâbı bulunmaktadır.

Farzları yerine getirmemek namazın bozulmasına sebep olur. Vaciplerin terki ise, eğer unutma veya hata ile yapılırsa sehiv secdesi yapılması gerekir; bilerek terk edilmesi hâlinde namazın yeniden kılınması vacip olur. Sünnetlerinin ve âdâbının terk edilmesi ise, namazı bozmadığı gibi, sehiv secdesi veya kazası da gerekmez. Ancak bunların fazilet ve sevabını kaçırmış olur. (İ.P.)

“Bu kasvet dünyasında kalmadı özlediğim,

 

 

“Bu kasvet dünyasında kalmadı özlediğim,

Namaz vaktinden başka, anını gözlediğim..”

[ Necip Fazıl Kısakürek ]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyorlar ki “Kuddise sirruh”

 

 

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyorlar ki “Kuddise sirruh” ;

Cenabı Hakk’ın Cemal sıfatı ile belli bir dereceye kadar geldim.

Fakat ne zaman guvalyar kalesinde üç sene hapse girdim:

O kadar eziyette, sıkıntıda elde ettiklerimi hiç elde edemedim.

Orada Cenab-ı Hakk Celal sıfatı ile tecelli etti.

Beden ve suretler , gönlün gölgesidir can!

Beden ve suretler , gönlün gölgesidir can! Bedenlere ve görüntülerine kapılma!!

 

Kuş havadadır, gölgesi yerde.Gölgesi kuş gibi uçar görünür. Ahmağın
biri, o gölgeyi avlamaya kalkışır, takati kalmayıncaya kadar koşar. O
gölgenin havadaki kuşun aksi olduğundan; o gölgenin aslının nerde

…bulunduğundan haberi yok!
Gölgeye doğru ok atar.

Hz. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (k.s)

Abdest nasıl alınır?

 

Abdest nasıl alınır?
Farsça âb (su) ve dest (el) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen abdest kelimesi, “el suyu” anlamına gelir. Abdest kavramı Arapça’da “güzellik ve temizlik” manasına gelen vudû’ kelimesiyle ifade edilir.
Namazın şartlarından birisi olan abdest, namaz ve Kabe’yi tavaf, tilavet secdesi gibi bazı ibadetleri yapmak için, vücudun belirli uzuvlarını usulüne uygun olarak yıkamak veya meshetmektir. Abdest müstakil bir ibadet olmayıp, belli ibadetleri yapmak için vasıta niteliğinde bir ibadettir. Manevî temizlik ve namaz başta olmak üzere ibadetlere ruhen ve bedenen hazırlık mahiyetinde olan abdest, aynı zamanda maddî bir temizlenme vasıtasıdır.
Mâide sûresinin 6. âyetinde, abdestin namaz için farz kılındığı bildirilmekte ve rükünleri (farzları) sayılmaktadır. Âyette zikredilen abdestin farzları; yüzü yıkamak, kolları dirseklerle beraber yıkamak, başı meshetmek ve ayakları topuklarla birlikte yıkamaktır. Bu şartlara Şafiîler, niyet ve tertibi; Hanbelîler, tertip ve uzuvların peşpeşe yıkanmasını; Malikîler, niyet ve uzuvların ardarda ovalanarak yıkanmasını ilave ederler. Bu şartlara riâyet edilerek alınan abdestin sahih olabilmesi için, abdest uzuvlarında kuru yer bırakılmaması ve deri üzerinde suyun temasını engelleyecek bir şeyin bulunmaması gerekir.
Usul ve adabına uygun bir şekilde abdest şöyle alınır: Abdeste niyet ve besmele ile başlanır, parmak aralıkları da dahil eller bileklere kadar üçer defa yıkanır, dişler temizlenir, ağza ve buruna üçer defa su verilip yıkanır. Yüz ve dirseklerle beraber kollar üçer defa yıkanır. Sağ el ıslatılarak elin içiyle başın üstü bir defa meshedilir. İki elin içi ile başın tamamının meshedilmesi daha iyidir. Eller ıslatılarak parmaklarla kulakların içi ve dışı, sonra da ense birer defa meshedilir. En son olarak da, üç defa ayaklar topukları ile birlikte yıkanır. Yıkamaya sağ uzuvlardan başlamak, suyu iktisatlı kullanmak, abdest esnasında ve sonunda dua etmek, kelime-i şahadet getirmek abdestin sünnetlerindendir.
Kişinin önünden ve arkasından herhangi bir şeyin çıkması, vücudun herhangi bir yerinden kan ve irin gibi şeylerin akması, ağız dolusu kusmak, bayılmak, delirmek, uyku ve sarhoşluk gibi şuuru engelleyen durumlar abdesti bozar. (İ.P.)

Rabbime Namazla Kavuşuyorum Rabbim Sen Çok Seviyorum

 

 

Aşkımın Acısı Namazla Diniyor Namazsız Dünyam Bana Zindan Oluyor Rabbime Namazla Kavuşuyorum Rabbim Sen Çok Seviyorum

Hiçbir ibadet huzur-u kalp ile yapılmaksızın ALLAH dergâhında kabul görmez. Kalbin Hazır olmadığı namaza ALLAH nazar etmez

En Güzel Namaz Kılan Habibullah Degilmiydi ALLAH ın En çok Sevdiği Kulu Degilmiydi İşte Bu Yüzden Ki;

Namaz Aşkı Anlatma Sanatıdır. O Hüsnü Aşkın Sancısı ancak namazla Dinebilir. Ancak Namazla Rahatlar Namaz Habibullahın ikinci davasıydı ilki putlara tapmakta olan halkın yüzünü halka çavirmek; Sen cana Canansın Efendim. Ruhum Sensiz Huzursuz Huzurum Namazda İken VarYapılan ibadetler özelliklede kılınan günlük namazlar kalben ve bedenen tam bir teslimiyet ve yöneliş ile yapılmalıdır aksi takdirde rahmet konusu olmayacağı kabullük derecesinden düşeceği ve namaz kılanın ALLAH’ın lütfüne mazhar olmayacağı ehlibeyt hadisleri vasıtasıyla bizlere bildirilmiştir.
İbadetlerin iki temeli iki esası bulunmaktadır birincisi ihlâs ve ikincisi de huzur-u kalptir. Bunlar ne kadar mükemmel olursa ondaki üfürülmüş ruh o kadar temiz saadet o kadar çok rabbe doğru ilerleyiş o kadar hızlı ve melekuti sureti de o kadar nurani olacaktır. Nitekim amellerin mükemmelliği niyet ihlâs ve kalbe bağlıdır dış görünüm o kadar da önemli değildir. Dıştan güzel namaz kılan fakat ruhen yaratana yönelmeyene yüce ALLAH nazar etmez ve namazı da semaları aşarak yükselmez. Örneğin insan suresinde Hz. Ali (a.s) ve temiz ehlibeytin övülmesiyle ilgili ayetlerin nazil olmasının nedeni bir lokma ekmek verdikleri için değildir amelin batını onların samimiyeti ve nurani ciheti nedeniyledir.
Öyleyse ey aziz! Sende nasıl bir namaz kıldığını düşün birde ehlibeytin nasıl namaz kıldıklarını öğren bu husustaki hadisleri oku konu üzerinde biraz düşün ve şu sonuca var ki ibadetler özelliklede namaz ebedi yaşantımızda mutlu olmamız için en önemli faktördür. Mükemmelin mayası yeniden doğuşun hayat sermayesidir. Yüce ALLAH şöyle buyurmuştur:
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar namazlarında yanılgıdadırlar. Onlar gösteriş yapanlardır.” Maun süresi. Yine şöyle buyurmuştur: “Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki namazlarında huşû içindedirler.” Muminun-1/2.
Namazda huşu içinde olmayan kişi iman ve kurtuluş ehli değildir yüce ALLAH’ın hakkında “yazıklar olsun” dediği kimseye gerçekten yazıklar olsun. ALLAH Resulü’nden (s.a.a) şöyle bir rivayet nakledilmektedir: “ALLAH’a Onu görüyormuşçasına ibadet edin siz onu görmeseniz de o sizi görmektedir.” Bu hadis kalbin hazır hale gelmesinin iki aşamasına işarete etmektedir: biri zatın veya isimlerin tecellisinde kalbin hazır olması diğeri de ibadet edenin kendisini rububiyet makamında kalbinin hazır olması.
Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: “Namaz vardır yarısı kabul edilir namaz vardır üçte biri kabul edilir veya dörtte biri yahut onda biri kabul edilir. Namaz vardır paçavraya dönmüş elbise gibidirbu namaz sahibinin suratına fırlatılır. Senin namazından kalbinin hazır bulunduğu ve kabul ettiği miktardan başka bir neticesi yoktur.”
Hz. Ali’den (a.s) şöyle nakledilmektedir: “İbadet ve duasını ALLAH’a halis kılan kalbi gözünün gördüğü ile meşgul olmayan kulaklarının işittikleri sebebiyle ALLAH’ın zikrini unutmayan ve başkasına verilenden gönlü hüzünlü olmayan kişiye ne mutlu!”
İmam Bakır (a.s) buyuruyor: “ Hz. Ali b. Hüseyin (a.s) namaza durduğu vakit rengi değişirdi secde ettiğinde ter boşalıncaya kadar başını kaldırmazdı” yine “ O hazret namaz kıldığında bir yaprak gibirüzgârın hareket ettirdiği dışında hiçbir yeri hareket etmezdi.”
Demek ki namaz kılarken tamamen ALLAH yönelmeliyiz ne vücudumuz ve ne de ruhumuz başka şeylerle meşgul olmamalı. Eğer kalp tamamen ALLAH’a yönelmiyorsa bunun nedeni insanın dünyaya çok bağlanmasından kaynaklanmaktadır kalbi uğraşılar; dünya sevgisi ve kaygısının köklü olmasındandır. Eğer insan dünyayı kazanma kaygısı ve onun değersiz süsüne ulaşma arzusu içinde olursa bu ister istemez kalbi dünyaya yönlendirir dünya onunla meşgul olanın meşguliyeti haline gelir ve dünyevi illerin birinden yüz cevirse bir başkasına yönelir.
Kalp sürekli olarak bir daldan diğer bir dala uçan kuş misalidir. Dünya ağacı kalbe dikilirse kalp kuşu da onun dalları üzerinde gezinecektir. Eğer büyük bir cihad ile kalbinde bulunan dünya ağacını kökünden söküp atarsan ancak o zaman kalp kuşun sükûna ulaşacaktır mutmain olacaktır ve ruhun kemale doğru ilerleyecektir. Bunun için ilk olarak ibadet zamanlarında kalbi uğraşıları ve akla gelen şeyleri azaltmalı ve ibadetine meşguliyetinin en az olduğu zamanları ayırmalıdır.
Kalbi uğraşılar azaltıldıktan sonra bedensel uğraşılarda azaltılmalıdır. Mesela namaz esnasında etrafa bakmamalı sakalıyla oynamamalı parmaklarını çıtlatmamalı uyku bastırmasından başkalarının sözlerine kulak kabartmaktan ve halı yahut seccadenin desenlerine dikkat etmekten kendisini kollamalıdır.
Esrar-ı Salât Mirza Cevad Meliki Tebrizi

dua (ALLAH (C.C) HAYIRLI OLAN…)

 

 

“Allah (C.C) Hayırlı olan Sözleri Söylememizi;

ve

Hayırlı olan Niyetlerin Kalbimizde Belirmesini Nasip Etsin !”

amin..

MUHAMMED SIDDIK HAŞİMİ HAZRETLERİ

 

 

 

MUHAMMED SIDDIK HAŞİMİ HAZRETLERİ BİR SOHBETLERİNDE NAMAZ İLE ALAKALI ŞUNLARI BUYURMUŞLARDI;

Dünya sıkıntılarının insanı çepeçevre sarıp boğduğu, nefesimizin boğazımıza düğümlendiği zamanlarda, bir an dahi olsa Rabbi bir atmosferde nefes almaktır Namaz. Cennet bahçelerinin rengarenk açmış çiçeklerini ve Besmelenin B harfinden kaynayıp coşan kevseri, yine Besmeledeki Mim harflerinden kaynayıp coşan süt,bal ve kaymak ırmaklarını seyredip, meleklerin “Selam üzerinize olsun” nidalarını işiterek, dallarının Cennette dokunmadığı köşk kalmayan Tuğba ağcının azameti ve zikri karşısında şaşkınlık ve manevi sarhoşluk ile Rabbimizi bütün noksan sıfatlardan tenzih etmek ve sanatkarlığını takdir etmektir namaz.

Cehennemin dağlar gibi kıvılcımlar saçıp, kulakları sağır edecek homurtular çıkartarak Hakkı inkar etmiş ehli küfrü görünce “Daha yok mu?” dediğini işitmek. ve ikiyüzlülükleri sonucu ebedi lanet ve zillet damgası yiyen münafıkların Zebaniler tarafından Haviye Cehenneminde büyük bir azap içerisinde yuvarlandıklarını görmektir namaz.

Namaz, Ademoğlu’nun Cenab-ı Mevla’ya yapmakla mükellef olduğu kulluk vazifesinin zirvesinde olan bir ibadet ve aynı zamanda, kişiyi Rabbi karşısında manen olgunlaştıran, Yaratıcısı ile arasında manevi köprüler kurmasına vesile olan bir araçtır.

Peygamber efendimizin ifadesine göre ise namaz; “Müminin Rabbine miraçdır”. Yani kulun Rabbi ile buluşması ve hasret gidermesidir. Hatta kul namaz ile Yaratıcısına öyle bir yaklaşır ki Kuran-ı Kerim’in ifadesi ile aralarındaki mesafe Kab-ı Kavseyn mesafesi kadar olur yani “iki yay aralığı kadar, yahut daha az. Necm Suresi 9 Ayet”.

Ayetten de anlaşılacağı üzere; Namaz, hafife alınacak basitlikte ve sadelikte bir ibadet değildir. Her sözünün arkasında bizatihi Allah olan (O heva ve hevesinden konuşmaz, konuştuğunda vahiy ile konuşur Necm Suresi 3,4. Ayetler) ve Nübüvetten öncede kendisinden yalan sadır olmamış dosdoğru bir peygamberin ağzından “Namaz müminin Miracıdır” sözü çıkmışsa. Bu söze kesin kez inanmak imanın gereğidir. Kişi kıldığı namazda miracı yaşayamıyorsa o söz söyleyenin yanlışı değil, namazı hakkıyla ifa edemeyen bizlerin yanlışıdır.

Kul, namazı sadece üzerine yüklenmiş bir ağırlık veya yapıp kurtulması gereken bir ödev mertebesinde değerlendirirse. Tabiî ki kıldığı namaz ile Rabbine yükselemez. Namazı evveli ve ahiri ile bir bütün içerisinde değerlendirmeli. Namaz öncesinde manen onun havasına girmelidir. Namaz anında ise dünyaya dair her şeyi bir kenara bırakarak yalnızca Rabbi ile baş başa kalmalıdır.

Namazın evveli derken, Taharetlenmeden tutunda, istibra, istincaya varıncaya kadar en ince detaylarda bile hassas davranmalı. Üzerimizdeki ve içimizdeki maddi kirlerden arınmış bir ten elbisesi ile, Huzuru İlahiye çıkmalıyız. Ardından Efendimizin Sünneti Seniyesine uygun bir abdest ile bedenimizi nurlandırmalı ve durulanmış bir beden ile Rabbimize yaklaşmaya hazır bir hale gelmeliyiz.

Huşu ve hudu(Kalbde devamlı olan Allah korkusu) ile İlk tekbiri getirdiğimizde, Kabe’nin Ruhaniyeti karşımızda hissederek avuç içlerimizle onu selamlamalı. Elimizin tersi ile dünyanın bize teklif ettiği fani zevkleri geri çevirerek Rabbin iklimine doğru kanat çırpmalıyız. Ardından okuduğumuz SUBHANEKE duasıyla; Nefis ve Şeytanın, üzerimize serpmiş olduğu ölü toprağını, bütün güç ve iradeyi yalnızca zatında toplamış olan yüce makamdan, kaldırmasını talep edip. Dilimiz ile söylemesekte, halimizle o makama;

“Ya Rab, arşı taşıyan meleklerinin, bu dua hürmetine üzerindeki yüklerini nasıl hafiflettiysen. Bizimde üzerimizdeki yükleri öyle hafiflet. İbadetimizden feyiz almamızı kolaylaştır.” Diyerek o kutsiyet ötesi makamdan bizi katına kabul buyurmasını isteriz.

Subhaneke Duası; Kulun, bütün kitapların sırrını içinde barındıran Fatiha Suresine ve onda yaşanacak ruhaniyete bir nevi hazırlık aşamasıdır.

FATİHA Suresini okumaya başladığı zaman, On Sekiz Bin Alem Kıyama kalkarak Alemlerin Rabbini kendi lisanı ile hamd etmeye başlar. Bütün bu ibadetler ve hamdler Efendimiz Muhammed Mustafa’ya sav. Nurdan fanuslar içerisinde sunulur. Yüz yirmi dört Bin Enbiyanın arasındaki, sonunda Alemlerin Rabbine giden Sıratı Müstakim yolu üzerinde, Efendimiz önderliğinde, Cenab-ı Hakka doğru yürümeye başlanır.

Kul bu seyir içerisinde Cenabı Hakkın Tecelliyatlarını görmeye başlayınca aşk ile rükuya giderek Kudreti sonsuzun Azametinin yüceliğini ve yaratmış olduğu her şeyden münezzeh olduğunu zikreder. Ardından etraf Cenab-ı Hakkın dört bir cihetten duyulan o latif sesi ile “Rabbiniz etmiş olduğunuz hamdinizi işitti” deyince. Kul Heyecan ve mutlulukla başını kaldırır ve “Hamdimiz yalnız sanadır Ya Rab!” dedikten sonra onun yüceliği karşısında secdeye kapanır.

Yarattığı hiçbir varlıkla kıyas edilemeyecek bir yüceliğe ve saltanata sahip olan Yaratıcısına “ Seni her türlü noksaniyetten tenzih ederim. Yücelikte zatına denk olmayan Rabbim” dedikten sonra başını kaldırır ve “Sidre-i Münteha’yı” Peygamber Aleyhisselam rehberliğinde geçerek Rabbine vasıl olur.

Orada gözler sınırı ve hatti aşamaz. Kendine emir olunan kadarıyla görebilir. Sonra Peygamber Aleyhisselam elinde taşıdığı tüm ibadet ve hamdleri Rabbine taktim eder ve Cenab-ı Hak Peygamberine has şöyle dua eder; “Ey Nebim selamım ve rahmetim üzerine olsun” . Buna karşılık olarak Peygamberler sultanı yanında gelen Salih kulu işaret ederek “Selamın üzerimize ve böyle Salih kullarının da üzerine olsun Rabbim” deyince Arş-ı Ala’da bulunan bütün melekler “ şehadet ederiz ki Allahtan başka bir ilah yoktur ve yine şahitlik ederiz ki Hz Muhammed sav O’nun kulu ve Resuludur”

Kul Peygamberinden gördüğü bu ikramın arkasından Rabbine “Ey noksan sıfatlardan münezzeh olan Rabbim. Peygamberimizin atası olan İbrahim nebiyi ve ailesini nasıl bereketli kıldıysan ve onların üzerine Rahmetini nasıl sağnak sağnak yağdırdıysan. Benim efendime ve ailesine de aynı ihsanını gerçekleştir.” der.

Ayrılık vakti yaklaşmıştır. Kul Rabbinden son bir istekte daha bulur ve “ Ey Rabbimiz, Kahhar ismin ile yarattığın Cehennemini ve onun azabını gördük. Bizi, anne, babamızı ve müminleri onun azabından koru. Dünya hayatında ve Ahirete bize iyilikler ve güzellikler ihsan eyle. Çünkü sen ihsan edicilerin en güzelisin” diyerek miracını tamamlar ve dünya arzına geri döner.

Namaz kulu Rabbine işte böyle yaklaştırır evladım. Namazı kılmayan insan neleri kaçırdığını kime isyan ettiğini bir bilse alnını secdeden kaldırmaz. Ama imtihan dünyası işte. Namazını kılmayan İnsanoğluna, “Arkadaş sen Allah’a büyüklük taslıyorsun, ona senin kurtuluşunu istemiyorum diyorsun” dersek. Bize “Olur mu hoca efendi? Haşa biz Allahtan korkarız!” der. size bir misal ile açıklayacağım. Namaz kılmayan bir kişi Allah’a nasıl aleni isyan ediyor beraber görelim.

Benim Ahmed isimli bir oğlum var. Ben Ahmed’e desem ki “oğlum Ahmed bana bir su getir.” Ahmed beni duysa getirmese. İkinci defa tekrarlasam Ahmed yine aldırış etmese. üç, dört ve beş Ahmed’den hala ses yok. Şimdi Ahmed bana ne demek istiyor evladım. “Baba kör müsün? Kalk suyunu kendin al” demeye getiriyor. Lisanı ile demiyor ama hali ile onu anlatıyor.

Şimdi gelelim namaza; Ezan-ı Şerif ile, Cenab-ı Hak kullarını günde Beş vakit haydi namaza, haydi kurtuluşa diye çağırıyor. Cenab-ı Hak, Kulun birinci aldırış etmemesini hüznü zana mukabil duymadı diye değerlendirse. İki, üç, dört, beş kulda hala reaksiyon yok. Kul işte tam bu anda Rabbine “Senin namazını da kurtuluşunu da istemiyorum” diyor. Dili ile söylemese, hali ile onu anlatıyor.

Şeytan iki vakit namazını kılmamış kula “Ben sana gelecek beladan Allah’a sığınırım. Ben bir defa secde etmedim Huzur-u İlahiden kovuldum” diyerek o kuldan uzaklaşır. Burada dikkat edilecek bir husus var! Şeytan Alemlerin Rabbine secde ve kulluk etmekten asla geri durmuyor. Sadece Adem Aleyhisselam’a secde etmiyor. Fakat Adem evlatları şeytanın oyununa gelerek bizatihi Cenab-ı Hakka secde etmiyorlar isyanları şeytanınkine denk veya daha büyük.

Abdesti ile beş vakit namaz, kulun sadece bir saatini alır. Her gün ömür sermayene yirmi dört saati yatıran Zatı Kerim, senden bunca nimetine karşılık verdiği ömür nimetinin 1/24 geri istiyor. Cenab-ı Hak bu safhada kuluna şunu diyor;

Ebedi ve sonsuz hayat benim elimde. Bunların yanında sana verdiğim hayat ise zerre mesafesinde. Vereceğin, bir ile bin arasında hiçbir fark yok. Yaptığın her şey kendi nefsin içindir. Kahredici azabımdan nefsini kurtarmak istiyorsan kul olduğunu göster ve bende senin üzerinde ebedi nimetlerimi tamamlayım.

Sözlerimi bir Ayet-i Kerime meali ile bitirmek istiyorum;

Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.

Nur Suresi 37. Ayet

[İbrahim Hakkı Hazretleri] Mevla Görelim Neyler

 

Mevla Görelim Neyler,

Neylerse Güzel Eyler Hak şerleri hayreyler

Zannetme ki gayreyler

Arif anı seyreyler Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler…

Sen hakka tevekkül kıl

Tefviz et rahatı bul

Sabreyle ve râzı ol Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler…

Kalbin ana berk eyle

Tedbirini terk eyle

Takdirini derk …

IBRAHIM HAKKI HZ.

Kapı… Açılır…Vurmayı bil!

Kapı… Açılır…Vurmayı bil!

Ne zaman?Bilemem!

Yeter ki O kapıda durmayı  bil!

Hz.Mevlana

Siz de 5 Vakit Namaz Kılmak İster Misiniz?


Hayatımızı kelimelere dökecek olsak onu şu şekilde tanımlaya biliriz .

Hayat  vesileler toplamıdır .

Dikkatle bakacak olursak hayatımızın vesilelerle örülü olduğunu görmek hiç de zor olmayacaktır .

Bir vesileyle doğduk  doğumumuzun vesilesi anne – babamızdı .

Bir vesileyle öğrendik  bu vesile öğretmenlerimiz / hocalarımızdı .

Bir vesileyle işe girdik  bu vesile bir ahbabımızdı .

Bir vesileyle en yakın arkadaşımızı tanıdık .

Görüyorsunuz ya hayat hep bir vesile .

Bu yazı da niçin sizin namaza başlamanıza vesile olmasın ki .

Vesileler bazen fırsattır ve bu fırsatlar iyi değerlendirilmelidir ki sonunda kocaman bir KEŞKE olmasın .

İşte bu yazı sizin namaza başlamanıza vesile olması için yazıldı .

Bu yazıyı sakin bir kafayla ve sakin bir mekanda okumanız yazıdan alacağınız verimi artıracaktır .

Şimdi sizi hayatınızın kararıyla baş başa bırakıyorum .

Ve kararınızın bizi sevindirmesini ümit ediyorum .

Namaz kılmayı çok istiyorum ama bir türlü kılamıyorum .

Bir ara çok güzel namaza başlamıştım ama şimdi kılmıyorum diyorsanız lütfen bu yazıyı çok dikkatli okuyunuz .

Merak etmeyin size çok kötü şeylerden bahsetmeyeceğim bilakis size sevineceğiniz ama çok sevineceğiniz bir haber vereceğim .

Neyi mi haber vereceğim ?

Yazıyı sonuna kadar okuyun anlayacaksınız haberin ne olduğunu .

Duydunuz mu ?

NLP diye bir bilim var . NLP yani başarının bilimi .

İnsanlar nasıl başarılı oluyorlar ?

Başarıya ulaşmanın yolu nedir gibi konuları içermekte bu bilim.

Yalnız bu bilim daha çok dünyevi ( zengin olma  kariyer sahibi olma gibi ) amaçlar için kullanılmaktadır .

Biz de bu bilimin temel prensiplerini kullanarak namaz kılmayan / kılmak isteyip de bir türlü namaza başlayamayan Müslümanlara  bu temel prensiplerle namaz kılmanın hiç de zor olmadığını göstermek istedik .

Eğer bir kimse bu prensipleri uygularsa KESİNLİKLE AMA KESİNLİKLE NAMAZ KILANLARDAN OLACAKTIR !

Şimdi bu bilimin temel prensiplerini belirtelim .

1 – “ Bir şeyi bir insan yapabiliyorsa siz de yapabilirsiniz .

” Evet namaz kılan milyonlarca insan var .

Bu insanlar namaz kılabildiklerine göre bunu siz de başarabilirsiniz .

Söyler misiniz sizin namaz kılan insanlardan neyiniz eksik ?

Bakınız o kadar insan namaz kılıyor siz niçin kılmayasınız ki ?

2 – “ Bir şeyi başarabilmek için onu gerçekten istemelisiniz . ” Unutmamak gerekir ki hayatımız isteklerimizden ibarettir .

Size istemediğiniz bir şeyi hiç bir baskı kullanmadan kim yaptırabilir veya istemiş olduğunuz bir şeyi kim engelleyebilir ?

Şimdi kendi kendinize bir sorun bakalım gerçekten namaz kılmayı istiyor musunuz ?

% kaç istiyorsunuz ? % 10 mu  % 20 mi  % 40 mı  % 70 mi yoksa % 100 mü ?

Şunu unutmayınız ki bir şeyi başarabilmek için onu % 100 istemek gerekir .

Yolda giderken bir mağazada çok güzel bir kazak gördüğünüzü ve onu çok beğendiğinizi düşünelim .

O kazağın sizin olması için ne yapmanız gerekir ?

O kazağı beğenmek yetmez % 100 istemeniz gerekir ki o kazağı alasınız .

Yoksa sadece beğenmek yetmez değil mi ?

Beğenip de almadığımız o kadar çok şey var ki .

3 – “ Başarabilmek için o yolda her türlü engeli aşmanız gerekir . ” Her şeyi isteyebilirsiniz ama bazı engellerden dolayı bu isteklerinizi gerçekleştiremezsiniz .

Ama istiyorsanız  çok istiyorsanız o engeli aşar ve o isteğinizi yerine getirirsiniz .

Başarı yolunda VAZGEÇMEYENLER BAŞARIR .

Mağaza örneğine dönersek  çok istiyorsunuz ama kazak pahalı bu sizi engeller mi ?

Çok istiyorsanız HAYIR .

Veya yanınızda o kadar para yok  ne yaparsınız ?

Vaz mı geçeceksiniz ?

Hani çok istiyordunuz ?

Çok istediğiniz için o kazağı ya mağazaya borçlanıp alacaksınız ya borç bulup alacaksınız ya da paranızı denkleştirdikten sonra alacaksınız ama hiç bir zaman VAZGEÇMEYECEKSİNİZ eğer gerçekten istiyorsanız .

Namaz kılmak istiyorsunuz ama şu abdest olmasa .

Abdest almak gerçekten istediğiniz halde namaz kılmanıza engel olabilir mi?

Veya namaz kılmayı çok istiyorsunuz ama namaz surelerini bilmiyorsunuz .

Namaz kılmak için Fatiha suresi ile Kevser suresi yeterlidir ve bu ikisini ezberlemek sizin az bir zamanınızı alacaktır .

Namaz kılmak için az bir zamanınızı veremeyecek misiniz ?

4 – “ Başarı yolunda meydana gelen bazı aksaklıklar sebebiyle başarı hedefinizden ASLA VAZGEÇMEYİNİZ .

” Namaz kılmaya başladınız ama bir vakit namazınızı kılmadınız / kılamadınız .

Bu durumda yapılması gereken hiç bir şey olmamış gibi namaz kılmaya devam etmenizdir .

Arkanıza hiç bakmayın siz hedefinize yönelin .

Araba arka cama bakılarak değil ön cama bakılarak sürülür .

5 – “ Hedefinizi ASLA ERTELEMEYİN !

” Namaz kılmaya başlayacaktınız ama ertelediniz  ertelediniz ne oldu ?

Bir türlü namaza başlayamadınız . Ertelemek isteği öldürür ve başarının en büyük düşmanıdır .

Namaza başlamak istiyorsanız HEMEN ŞİMDİ başlamalısınız .

Eğer ben yarın başlayacağım  akşama başlayacağım  Cuma günü başlayacağım diyorsanız  ben size söyleyeyim KESİNLİKLE BAŞLAYAMACAKSINIZ !

Hz . Peygamber ( s .a .v ) şöyle buyurdu : “ ERTELEYENLER HELAK OLMUŞTUR . ”

6 – “ Başarıya ulaşmak için hedefinizi her zaman canlı tutunuz . ” Namaza başladınız  sizin hedefiniz bu değildi .

Siz 5 vakit namaz kılmak istiyordunuz .

İşte bunu gerçekleştirebilmek için hedefiniz her zaman canlı olmalı .

Bu tıpkı cep telefonuna benziyor . Cep telefonunuz şarzı bulunduğu müddetçe işe yarar .

Şarz bitti mi onu şarzetmek lazım ki işe yarasın öyle değil mi ?

Namaz da öyle  şarzı bitirmemek lazım  şarz bittiğinde kendimizi namaz konusunda şarzetmemiz gerekir ki bunu yapmazsak işte o zaman namazı bırakırız .

Kendimizi bu konuda şarzetmek için sohbetlere gitmeli  namaz kılanlarla birlikte olmalıyız .

Sohbetlere gitmek ve namaz kılanlarla birlikte olmak bize her zaman namaz kılma hedefimizi canlı tutacaktır .

Hedefinizin canlı kalması için elinizden geleni yapınız çünkü o canlılığını kaybederse hedefiniz can verecektir .

7 – “ Hedefinize ulaşmak için çevrenizdekilere karşı sağır olunuz .

” Siz şimdi namaza başladınız ; arkadaşlarınız  aileniz sizinle dalga geçebilir .

“ Ooo Hoca mı oldun?

Sen asla 5 vakit namaz kılamazsın .

Tamam şimdi kılarsın ama gör bak 3 gün sürmez

.” gibi bir sürü laf işitebilirsiniz çevrenizden işte bütün bunlara karşı sağır olun hatta cevap bile vermeyin .

Siz hedefinize yoğunlaşın boş verin böyle şeyleri .

Siz hedefinizden ASLA AMA ASLA VAZGEÇMEYİN .

Evet işte o tarihi an geldi .

Şimdi kendi kendimize söz vereceğiz ve böylelikle namaza başlamış olacağız bundan sonra söylediğimiz gibiNamaz kılma idealiniz için  ÜŞENMEYİN  ERYELEMEYİN ve ASLA VAZGEÇMEYİN .

“ Şimdi kendi kendime söz veriyorum .

Namaz kılacağım ve hiç bir zaman namazı bırakmayacağım .

Hiçbir zaman namaz kılma hedefimden vazgeçmeyeceğim .

”Söz mü ? SÖZ .

Ben inanıyorum ki SEN sözünü yerine getireceksin .

Çünkü SEN istedin mi YAPARSIN.

Kendi kendimize şöyle bir düşünüp soralım ve samimi olarak cevap verelim;

Bir Müslüman olarak namazı sevebiliyor muyuz?

Her zaman için namazı seven bir insan mıyız?

Namaz vakti gelse ezan okunsanamaz kılsam canım namaz kılmak istiyor diyor muyuz hiç?

Midemizin açlık hissettiği ve bir şeyler yemek istediği gibi günün belirli vakitlerinde namazın açlığını hissedip namaz kılma arzusu geliyor mu içimizden?

Karnımız iyice acıktığı zaman yanımızdakilerin konuştuklarını anlamaz duruma gelerek aklımızı yemeğe taktığımız gibi namaza olan açlığımızdan dolayı da aynı durum meydana geliyor mu kafamızı namaza taktığımız oluyor mu?

Bazen canımız bir şey istediğinden dolayı belirli bir öğün olmadığı halde mutfağa girip bir şeyler atıştırdığımız gibi farz olan vakitlerin dışında gönlümüz namaz kılmak istiyor mu durup dururken iki rekât namaz kıldığımız oluyor mu?

Sözü uzatmadan söyleyelim;

Allah Teala ile beraber olmayı arzu ediyor muyuz?

Ezan sesi bizde nasıl bir etki yapıyor ezanı duyduğumuzda çok müthiş bir müjdeli haber almışçasına gözlerimizin ışığı parıldıyor mu?

Ezanın sözlerini tahlil ettiğimiz oluyor mu tekbirler tevhidler ve şehadetler kulağımıza ulaştığında ruhumuzun derinliklerine kadar ulaşıyor mu?

Biraz sonra Allah Teala ile beraber olacağım rabbimin huzuruna varıp samimi bir şekilde kendimi Ona arz edeceğim.

Onun kelamını Ona okuyacağım ve O da beni dinleyecek.

Her taraftan üzerime çullanan ve içerisinde boğulduğum atmosferden kurtulacağım beni boğmaya çalışan şu karanlıktan sıyrılacağım hepsini arkama atacağım beni yaratanın huzuruna varacağım Onunla yüz yüze geliyor gibi olacağım Ona halimi arz edeceğim.

Şu anda ne kadar mutluyum ne güzel…Evet bu ve benzeri duygu ve düşünceler geçiyor mu içimizden?

Samimi olarak cevap verelim.Sonra bu düşüncelerimiz bir bir gerçekleşiyor mu?

Yani Allah Tealanın huzuruna vardığımızda Onunla gerçekten sağlıklı bir bağlantı kurabiliyor beraber olabiliyor muyuz?

Bunun en önemli belirtisi olarak da Onunla olan bu beraberliğimizi uzatmak istiyor ve uzatıyor muyuz?

Kıyamımızı kıraatimizi rükûmuzu secdemizi ve son oturuşumuz yani her bir rüknü kendi içersinde uzatıyor muyuz?

Evet sırf Allah Teala ile beraberliğimizden dolayı uzatabiliyor muyuz rükünlerimizi yani namazımızı???

Yapraksız kaldın diye gövdeni kestirme.

Yapraksız kaldın diye gövdeni kestirme.
Zira bu işin baharı var.

Hz.Mevlana

Şeytanın Namazı Engelleme Metotları..


– Kul namaz kılmak isteyince ona vesvese veririm. Henüz vakit var meşgulsün isini bitir sonra kılarsın derim

– Namazını geciktiremezsem insan şeytanlarından birini yollarım ve namazını geciktiririm

– Onu da yapamazsam o kula namazda musallat olurum. — Sağa bak sola bak – derim bakınca da yüzünü okşar alnından öperim. Sonra da namazın bozuldu” diye vesvese verir namazdan çıkarırım

– Sağa sola baktıramazsam yalnız basına namaz kıldığında yanına giderim. Çabuk kılmasını emrederim. Horozun yem yediği gibi çabukça kıldırırım

– Bunu da yaptıramazsam cemaâtle namaz kılarken basına bir gem takarım ve başını imamdan önce secde ve rükûya ***ürürüm ve namazını bozarım.

— Bunu da yaptıramazsam namazda parmaklarını cikirdatmasini emrederim. Böylece beni tespih eder
– Miskinlere zavallılara giderim namazı bırakmalarını emrederim. —Namaz size göre değil siz rızkınıza bakin isinizde calisin derim
– Hastalara giderim hastaya zorluk yoktur iyi olunca kılarsın derim. Hatta hastayı isyan ettirir küfre bile sokarım.
Rabbim c.c. yar ve yardımcımız olsun sinsi iblisin şerri’nden muhafaza eylesin Nefsimizin bizi yönetmesine izin vermesin inşaAllah. Rabbimiz c.c. bizi kendisine sadece ibadet için sabit kılsın. NefsimizeNeslimize hidayet nasip etsin.. (Âmin)

Es selamun aleykum ve rahmetullahi ve beraketuhu..

Şeytanın Namazı Engelleme Metotları..

– Kul namaz kılmak isteyince ona vesvese veririm. Henüz vakit var meşgulsün isini bitir sonra kılarsın derim

– Namazını geciktiremezsem insan şeytanlarından birini yollarım ve namazını geciktiririm

– Onu da yapamazsam o kula namazda musallat olurum. — Sağa bak sola bak – derim bakınca da yüzünü okşar alnından öperim. Sonra da namazın bozuldu” diye vesvese verir namazdan çıkarırım

– Sağa sola baktıramazsam yalnız basına namaz kıldığında yanına giderim. Çabuk kılmasını emrederim. Horozun yem yediği gibi çabukça kıldırırım

– Bunu da yaptıramazsam cemaâtle namaz kılarken basına bir gem takarım ve başını imamdan önce secde ve rükûya ***ürürüm ve namazını bozarım.

— Bunu da yaptıramazsam namazda parmaklarını cikirdatmasini emrederim. Böylece beni tespih eder
– Miskinlere zavallılara giderim namazı bırakmalarını emrederim. —Namaz size göre değil siz rızkınıza bakin isinizde calisin derim
– Hastalara giderim hastaya zorluk yoktur iyi olunca kılarsın derim. Hatta hastayı isyan ettirir küfre bile sokarım
Rabbim c.c. yar ve yardımcımız olsun sinsi iblisin şerri’nden muhafaza eylesin Nefsimizin bizi yönetmesine izin vermesin inşaAllah. Rabbimiz c.c. bizi kendisine sadece ibadet için sabit kılsın. NefsimizeNeslimize hidayet nasip etsin.. (Âmin)

Es selamun aleykum ve rahmetullahi ve beraketuhu..

Sabah namazına nasıl kalkabiliriz?

Beş vakit olarak emredilen namazların hepsi de kıymetli ve ehemmiyetlidir. Birisi diğerinin yerine geçmez. Yalnız bir kısmı daha faziletli ve daha sevaplıdır. Sabah namazı da bunlardan birisidir. Cenab-ı Hak bir âyette meâlen “Resulüm sen onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbini hamd ile tesbih et gecenin bir kısım saatleriyle gündüzün de tesbih et ki Allah rızasına eresin” buyurmuştur. 1
Müfessirler bu âyette “hamd ile tesbih”ten maksadın namaz olduğunu bildirirler. Güneşin doğmasından önceki tesbih sabah namazına işaret etmektedir.
Sabah namazının ehemmiyeti ve fazileti uyku vaktine tesadüf ettiği içindir. Herkesin uyku gibi tatlı ve nefse hoş gelen bir şeyi bırakıp her şeyin Yaratıcısına yönelmek Ona yalvarmak huşû ile secdeye gitmek nihayetsiz âciz fakir ve zayıf iken sonsuz kudret zenginlik ve kuvvet sahibi olan âlemle-rin Rabbine dayanmak Onu tesbih ve hamdetmek Ona tâzimde bulunmak kudsî bir lezzete ulvî bir hazza insanı mazhar eder. Bu mazhariyetle beraber Allah’ın huzuruna kabul edilmenin ona muhatap ve dost olmanın ayrıca mukaddes bir vazifeyi yerine getirmenin rahatlığı ve huzuru insanın bütün benliğini kaplayacaktır.
Sabah namazı uyku saatine rastladığından uyanmak nefse ağır gelmektedir. İslâm âlimleri uykusu ağır olan kimselerin erken yatıp namaz için uyanmalarını tavsiye etmişlerdir. Geç saatlere kadar oyalanıp namazı geçirmelerini doğru bulmamışlardır.
Sırf kasdî olarak veya ihmalden yahut gaflet ve mühimsememekten dolayı kazaya kalan namazların meşru mazereti olamaz. Böyle hareketler ihmaller insanı günaha sokar. İnsanın ilk hesaba çekileceği amelinin namaz olması bir vakit namazını kazaya bırakmanın bilerek ve isteyerek meydana gelmişse cezâyı netice vermesi işlediğimiz kötülük zerre kadar bile olsa ihmal edilmeyip bize gösterileceği hakikati bizi daima dikkate ve ihtiyata sevk etmelidir.
Sabah namazına kalkabilmek için her türlü tedbiri almak gerekir. Hattâ bir sefer esnasında Peygamberimiz (a.s.m.) Hz. Bilâl’i sabah namazı için nöbetçi bırakmıştır.
Aslında dinimizde zorluk yoktur. İbadetlerimizi yapmak çok kolaydır. Sadece yapacağımız şey dikkatli ve uyanık olmaktır. Sırf ihmal yüzünden namazı kılmamak bize çok pahalıya mal olur. sabah namazını kıldığımız gün daha canlı ve şevkli oluruz. Kılmadığımız gün ise dünyevî işlerimizde bile bir isteksizlik aksilik olduğu gibi psikolojik yapımızda da huzursuzluk meydana gelir. Meselenin uhrevî mesuliyeti ise daha acıklıdır.
Gece yatağa girerken maddî tedbir olarak çalar saati kurmanın yanında mânevî tedbir olarak da “İnnâ âtaynâ” ve “Âyetelkürsi” gibi sûreleri okumak ve dua etmek uyanmamıza yardım edecektir. Çünkü Cenab-ı Hakkın bu iş için vazifelendirdiği melekler vardır.
Zaten asıl mesele kalkmayı şuur altına yerleştirmektir. Dünyevî küçük bir menfaat için gerektiğinde uykusuz kaldığımızı mühim bir iş arzuladığımız zaman uyandığımızı dikkate alırsak sadece sünneti dahi “dünya ve içindekilerden daha hayırlı”2 olan bir ibadet için nelere katlanabileceğimizi düşünmek pek zor değildir. Kaldı ki bu sözü Peygamberimiz (s.a.v.) sabah namazının sadece sünneti için söylemiştir.
Sabah namazının vaktiyle ilgili bir husus daha var ki o da güneşin doğmasına pek az bir vakit kaldığında yapacağımız şeylerdir. Böyle bir halde vakit çok darsa hemen abdest almak lâzımdır. Tuvalete çıkmak gibi başka şeylerle vakit kaybetmek câiz değildir. Zira namazın vakti çıkmak üzeredir.

Yine zaman kazanmak için abdestte sadece farz olan âzaları yıkamak farzı eda edebilmek için iki rekât sünneti terk etmek caiz olduğu gibi çok dar vakitlerde vâcibdir.

2. İçten dua edin
Sabah namazının zevk ve heyecanı daha yatarken başlamalıdır. Söz gelişi kalbimizden şöyle düşünebiliriz:
“İçim sevinçle dolu. Çok heyecanlıyım. Bir an önce sabahın olmasını istiyorum. Çünkü sabah olacak ve ben Rabbimle buluşacağım. Onun huzuruna çıkacağım. Her an bana ihsan ve ikramda bulunan her zaman yardımıma koşan derdimin dermanı tek ve biricik sır dostum hiçbir zaman beni terk etmeyen Rabbimin huzurunda el bağlayacağım. Ona yalvaracağım. Ona duâ edip secdeye kapanacağım. Allah’ım Seni seviyorum Sana ibâdet etmek istiyorum. Ne olur beni huzuruna kabul et! Beni Seninle buluşamama bedbahtlığına düşürme! Beni sabah namazına şevkle kaldır ve kılmayı nasip et!”
İnanıyorum ki Rabbimiz böylesi içten ve duygusal duâları kabul eder. Çünkü burada kulluğun çok ince bir sırrı vardır: Cenâb-ı Hak huzuruna girmek için can atanı reddetmez!

 

Sabah namazına kalkmak için saf ve samimî bir niyetle birlikte dua etmek ve bir kısım sureleri okumak gerekir.
Öncelikle içinizden nasıl geliyorsa öyle dua edin yalvarın isteyin. Bundan başka 7 Kevser Suresi 3’er İhlâs Felâk ve Nâs Sureleri Fatiha ve Ayetelkürsî okuyabilirsiniz. Niyet dua ve samimî istekuyarıcı araçlarla birleşince namaza kalkmanızı hiçbir şey engellemez inşaallah.

İKİZLERİN KONUŞMASI

İKİZLER ÇOĞUNLUKLA KENDİLERİNİN AÇIKÇA ANLADIKLARI AMA BAŞKALARINA SAÇMA GİBİ GELEN KENDİ GİZLİ DİLLERİNİ GELİŞTİRİRLER.BUNDA KAYGILANMANIZA ACABA BİRŞEYLERMİ GİZLİYORLAR DUYGUSUNA KAPILMANIZA YOL AÇACAK BİR DURUM YOKTUR.DAHA ÇOK, ONLARIN DUYDUKLARI ŞEYLERİ TAKLİT ETMELERİNDEN VE ZAMANLARININ ÇOĞUNU BİR ARADA GEÇİRMELERİ NEDENİYLE BİRBİRLERİNİN SÖYLEDİKLERİNİ TAKLİT EDEREK ÖĞRENMELERİNDEN İLERİ GELİR.DOLAYISIYLA KİMSEDEN BİR ŞEY GİZLEMEYE ÇALIŞTIKLARI YOKTUR;YALNIZCA BAŞKALARI O DİLİ ANLAMAKTA GÜÇLÜK ÇEKER. ONLARLA KONUŞURKEN,ONLARIN KULLANDIKLARI GÜLÜNÇ SÖZCÜKLER YERİNE,NORMAL BİR DİL KULLANMANIZ DAHA İYİ OLUR. ZATEN BÜTÜN KÜÇÜKLERİN KONUŞMAYI ÖĞRENMELERİ ZAMAN ALIR;DOLAYISIYLA SÖZCÜKLERİ SÖYLEYİŞ BİÇİMLERİNDEN KAYGILANMANIZA GEREK YOKTUR

Hz. Fatma ve Mehiri

Hz. Fatma
Cebrail Aleyhisselam bir gün Hz.Muhammed(sav)’in bulunduğu eve gelir ve Hz.Fatma’yı Hz.Ali ile evlendirmesini söyler.

Yüce Mevla bu şekilde emretmiştir.

Peygamberimiz durumu Hz.Fatma’ya söyler.

Çeyizi olmayan Hz.Fatma’ya çeyizi Allah tarafından cennetten gönderilir.

Mehir belirleme sırası gelince Hz.Fatma hiçbir miktarı beğenmez.

Hz.Fatma(r.a) kendisinin kabul etmesi için mehir için altın teklif edilir,fakat o tüm teklifleri geri çevirir.Sonunda Cebrail gelir ve Allah’ın tüm istediğini kabul ettiğini söyler.

Hz.Fatma’nın isteği şudur.

“Baba hani sen mahşer günü insanlar toplanınca sana selavat getiren Müslümanlara şefaat edeceksin ve Allah’ta onları affedecek ya.

Ben de istiyorum ki dünyada kalbinde benim sevgimle dolu olan mümmine Müslümanlara o gün şefaat edip onların kurtulmasını istiyorum.”demiş.

Hz.Fatma’nın isteği Allah tarafından kabul edilmiş ve nikah yapılmıştır.

Mahşer günü Hz.Fatma kalbinde kendisi ve ailesinin sevgisini taşıyan ve sıkıntıda olan bayan Müslümanlara şefaat edecektir.

Bu yüzden bayan Müslümanlar ibadetlerinde Hz.Fatma’yı hatırlamalı ve O’nun hayatını okuyup örnek almalıdır.

Hz.Fatma’nın hayatı okunmayla bitirilemeyecek ve göz yaşı dökülmeden okunamayacak kadar büyüktür.

Hz.Fatma Müslümanların annesidir.O örnek yaşantısı ile eşi benzersiz bir annedir.

Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin efendilerimizin annesidir ve Peygamberimizin kızıdır.

 

Allah,mahşer gününde O’nun şefaatine bizleri nail eylesin.

amin  insaALLAH ya rabbi

Kalp bir bahçe gibidir


Kalp bir bahçe gibidir.

Onda mutlaka birşeyler bitecektir.

O halde güzel şeyler ekin ki güzel şeyler bitsin!

Hz. Mevlana

Dün geçti gitti.Dün gibi

Dün geçti gitti.Dün gibi, dünün sözü de geçti.

Bugün, yepyeni bir söz söylemek gerek.
Hz.Mevlana

YETENEKLİ ÇOCUK ve TEST

 

 


Çocuğunuzun gelişim evrelerinde, onun yüksek zekalı bir çocuk olduğunu düşündüğünüz zamanlar olur.

Pek çok çocuk gelişimin o veya bu devresinde, diğerlerinden daha iyi bir görünümde olabilir.

Fakat çocuğunuz bir veya iki alanda diğerlerinden çok üstün performansda bulunması, onu zeki olarak tanımlamaya bir neden değildir.

Zeki çocuğun özelliği her çeşit başarı ve yetenekte yaşıtlarından önde olmaktır.

Böyle bir durumda ancak, normal sınırı aşmıştır ve süper başarılı bir çocuk olmuştur.

Çocuğunuzun başarılı olduğunu düşünüyorsanız.

David Weeks’in hazırladığı bir test size bu konuda bir fikir verebilir.

Bu test yaratıcı olan çocukların tutumları, ilgileri ve özellikleri incelenerek oluşturulmuştur.

Yetenek testi:

Yönerge ve puan: Bütün soruları yanıtlayın. Hiç bir yanıt kesin doğru veya kesin yanlış olamaz. Cümleyi okuduktan sonra aklınıza gelen ilk yanıtı söyleyin.

Üç cevap şekli var.
1 Asla puan:0

2.Bazen Puan 3

3.Daima puan 6

Sonra toplam puan bulunur.

 
1. Çocuğum aşırı aktif görünüyor, fakat önlenemeyecek bir düzeyde.

2. Çocuğum, yaşıtlarına zor gelen düşünceleri anlayabilir.

3. Çocuğum, daha geniş bir dünya amaçlıyor.

4.Çocuğum, kurduğu hayallerinden büyük bir zevk alır.

5. Farklı olmak çocuğumu isyana götürüyor.

6. Çocuğum öyle katı bir çocuk değildir. Fakat yetişkinlerle çok daha iyi anlaşır ve bazen yetişkinleri çocuklara tercih ettiğini savunur.

7. Çocuğum konuşkandır.

8. Çocuğum bir şeyi yapmaması söylendiğinde yapmak istediğini yine yapıyor.

9.Diğer çocuklar benim çocuğumun yeteneklerini kıskanabilir.

10 .Çocuğumun akademik etkinliklere çok merakı var.

11.Çocuğum, yeni şeyler öğrenmeyi çok sever.

12.Çocuğum, diğer çocukların zor bulduğu bulmacaları çözmekten hoşlanır.

13.Çocuğumun kelime birikimi, yaşıtlarına göre daha fazla.

14.Çocuğum, kendi kendine birşeyler yapmaktan hoşlanır.

15.Çocuğum, çeşitli konulara tanınmış kişilerin nasıl yaklaştıklarını bilmek ister.

16.Çocuğum, fazlası ile meraklıdır.

17.Çocuğumun bağımsız bir zihni yapıya sahip olduğunu söyleyebilirim.

18.Çocuğum, çevresindekilere göre çok daha fazla hassastır.

19.Çocuğum, kendisinden beklenenden çok daha fazla şeyler yapar.

20.Çocuğum, basit korku ve sıkıntılardan uzak görünüyor.

21.Çocuğum, özel düşüncelere açık.

22.Çocuğum, bir ölçüde okulda mutlu değil.

23.Çocuğum, nesneleri parçalara ayırıp, nasıl çalıştığını görmeye çok merakladır.

24.Çocuğum, yazmaya ve okumaya erken başladı ve bunları yapmaktan hoşlanıyor.

25.Çocuğum yapıcıdır. Yalnızlığını yapıcı yönde kullanır.

26.Çocuğumun kavrama yeteneği çok iyi görünüyor.

27.Çocuğumun soyut kavramları çok erken yaşta kavrayabildiği görülüyor.

28.Çocuğum, rüyalarını bana her zaman anlatır

29.Çocuğum, kendisinden istenmemesine rağmen uzun süre çalışabilir. Her bir cevap elden geldiğince doğru olarak yanıtlandırıl-malıdır.

Eğer çocuğunuzu tanımlayan uygun yanıtı bulamazsanız, çocuğun davranışlarına en yakın yanıtı seçin.
118 ve ya yüksek- yüksek yaratıcılığı

117 – 83-orta yeteneği

83 ve altı-düşük yeteneği,ortanın altını belirler.

ÇOCUĞUNUZUN YETENEKLERİNİ ORTAYA ÇIKARTABİLMENİZ İÇİN BAZI ONERILER

 

1. Çocuğunuzun oynamasına fırsat verin, onu engellemekten çok bol bol izleyin.

2. Çocuğunuza onun hayal dünyasını harekete geçirecek, karmaşık değil basit oyuncaklar alın.

4. Çocuğunuza taklit edeceği etkinlikler yaptırın (temizliğe, bulaşığa yardım etmesini isteyin, sırasında yemek pişirmeye de yardım etmesine olanak sağlayın) Çocuğunuz, bu etkinliklerini oyun dünyası ile birleştirir. Böylece yaptığı etkinlik yaşamı öğrenmesine yardımcı olur.

5. Çocuğunuzun evin dışında da oynamasına izin verin. Böylece doğa ile iletişime geçer. Örneğin kum, toprak, su ile açık havada oynama olanakları yaratın.

6. Çocuğu heyecanlarını açıklamaya fırsat veren bazı sanatsal etkinliklerde bulunun Örn: parmaklarıyla veya süngerle parlak dikkat çekici renkler kullanarak resim yapması gibi.Bu etkinlikler onun kendisini ifadesine yaradığı gibi renkleri öğrenmesine de yardımcı olur.

7.Çocuğunuza düşüncelerini,keşiflerini ve sorularını bir teybe kaydetmesini öğretin

8.Televizyon ,video ve film izleme zamanlarını sınırlayın.

9.Çocuğunuza masallar anlatın Özellikle peri masallarını seçin,Bunlar onların hayal dünyasını besler.